Taksim’deki Gezi Parký’ný pek sevmem ben. Aðaçtan çok betonla doludur.
Ýstanbul Belediyesi’nin yeni Taksim projesini ise çizimlerden gördüðüm kadarýyla sevdim. Topçu Kýþlasý’nýn, aðaç tahribine yol açmadan, yeniden inþa edilmesini isterim. Ýçinde dükkanlar açýlmasý da beni rahatsýz etmez.
Gelgelelim, böyle düþünmeyen binlerce, yüzbinlerce insan var Ýstanbul’da. Düþünmek zorunda da deðiller. Belki hatýralarý var o parkta. Alýþtýklarý bir Taksim ve bir “yaþam biçimi” var.
Ýþte, önce Ýstanbul’u sonra Türkiye’yi sarsan gösteriler, “yeni Taksim”den rahatsýz olan bu insanlarýn demokratik tepkisiyle baþladý. Ýktidar, onlarý dinlemek, projeyi daha iyi anlatmak, gerekirse revize etmek yerine kulaklarýný týkayýp iþe giriþti. “AVM de olabilir, rezidans da” gibi bir belirsizlik diliyle, tepkileri daha da büyüttü.
En ölümcül hata ise, parkta barýþçýl gösteri yapanlarýn üstüne polisi sürmek oldu. Teorik düzeyde, polisin, yasal bir inþaatý iþgal yoluyla engellemeye çalýþanlarý oradan çýkarmak gibi bir hakký olabilirdi; bunu ben de baþta belirttim. Fakat yapýlan þey, her önüne gelene gaz ve su sýkmak oldu. Kýstýrdýðý göstericileri tekme-tokat döven “güvenlik güçleri”, kameralara yakalandý.
Sivil göstericilere karþý yapýlan bu lüzumsuz, orantýsýz, hoyrat müdahale, iþleri çýðýrýndan çýkardý. Etki tepkiyi doðurdu, binlerce insan sokaklara döküldü. Polisin 24 saat boyunca geri çekilmemesi, dünyaya “Tahrir” imajý verilmesi, feci bir akýl tutulmasýydý.
Evet, olaylarý daha da körükleyecek yalan haberler, provokasyonlar oldu kuþkusuz. Özellikle ikinci günde sahaya inenlenlerin bazýlarý da þiddet kullandý, vandalizm yaptý. Ama bunlar, göstericilerin ezici çoðunluðunun barýþçýl olduðu gerçeðini deðiþtirmez, demokratik meþruiyetlerini ortadan kaldýrmaz.
Nefs muhasebesi
Bugün varýlan noktada hemen herkesin, ama en baþta iktidarýn bir “nefs muhasebesi”ne ihtiyacý vardýr.
Görülmelidir ki, evet, “mesele Gezi Parký deðil”dir. Bu, bardaðý taþýran son damladýr sadece. Bardaðý dolduran ise, AK Parti’ye oy vermeyen geniþ kitlelerde biriken öfkedir.
Bu öfkenin bir kýsmý, AK Parti’nin demokratik açýlýmlarýna, “barýþ süreci” gibi doðrularýna köpüren ulusalcýlara, “eski Türkiye” heveslilerine, 28 Þubat kalýntýlarýna aittir kuþkusuz. Bunlarý geçelim.
Ama bir de çok daha özgür, çok daha demokratik bir “Yeni Türkiye” isteyen kitleler var. Bunlar, kendi yaþam biçimlerine dokunan kararlarýn, hiç fikirleri alýnmadan, dahasý kendilerini ötekileþtiren bir dille hayata geçirmesine kýzýyorlar. Ýçki sýnýrlamalarýndan “ayyaþ” küçümsemesine, “dindar nesil” vaadinden üçüncü köprünün ismine kadar bir dizi karar ve söylem, ister doðru anlasýnlar ister yanlýþ, içinde nefes alamayacaklarý tektip bir Türkiye korkusu veriyor onlara.
Ve bu kesimlere “o zaman git seneye sandýkta oy ver” demek yetmiyor iþte. Demokrasinin bir baþka unsuru olan “protesto” devreye giriyor.
Ýktidar görmelidir ki, bu biriken öfkeyi dindirmek, hem kendisinin hem de memleketin hayrý için elzemdir.
Bunun için son üç gündür aþýrý þiddet kullanan polisler tespit edip cezalandýrýlmalý, ayný hoyratlýðýn tekrarý da mutlaka engellenmelidir.
Ve hükümet, baþta Taksim olmak üzere tüm netameli konularda, sivil toplumu dinleyen, muhalefete kulak veren, uzlaþmacý bir yol tutmalýdýr.
Bu açýdan, Sayýn Cumhurbaþkaný’nýn tutumu takdire þayan, Bülent Arýnç’ýn “gaz yerine ikna” vurgusu, Kadir Topbaþ’ýn “dersler çýkardýk” açýklamasý doðru istikamettedir.
Oklarýn asýl hedefindeki Sayýn Baþbakan da mutlaka düþürmelidir gerilimi. Hem iktidarý için, hem Türkiye için.