Yürüye yürüye nereye kadar?

Bir takım tempolu ve baskılı değilse; geriye şu dört ihtimal kalır: Soğukkanlı oynuyordur... Soğuk oynuyordur... Kontrollu oynuyordur... Ağır oynuyordur...

Beşiktaş dün hangisini tercih etmişti?

Bence, bu son 4 ihtimalin dördünü de birbirine karıştırarak oynadı. Peki, Şampiyonlar Ligi’ne katılma ihtimali yükselen bir takım; böyle çevir kazı yanmasın futboluyla hedefine ulaşabilir mi?

Bana göre- Beşiktaşlı futbolcuların ne şampiyon olma ne de Şampiyonlar Ligi’ne katılma gibi bir dertleri yok. Olsaydı, böyle yürüye yürüye oynamazlardı. İlk yarıdaki ilkel ve amaçsız futbol, takımın “Hedefe yürümek” gibi bir hırsa sahip olmadığının açık bir kanıtı gibiydi. Tarlada pamuk toplar gibi puan toplayamazsın. Toplasan da, sonuçta hayrını göremezsin. Irgat olmak dışında başka meziyetler istiyor. Meziyetin var da kullanmıyorsan ya da kullanamıyorsan, bu bir idari ve teknik yönetim sorunudur. Yani hesap, sadece sahadakilerden sorulmaz.

İlk 45 dakikayı sakin sularda dolaşıp fırtınasız geçiriyorsan; ikinci yarıda durum kötüye gider ve bunu toparlamakta zorlanıyorsan, panik anları başlar... Başını belaya sokmak için bütün şartları hazırlamış olursun.

Tempo ve baskı yoksa, sen de yoksun demektir.

***

Eneramo gole giderken, hakem avantaj kuralını unutup faul çalmasa; Beşiktaş devreyi yenik bile kapatabilirdi. Neyse ki, ikinci yarıya silkinerek başladılar. Musatafa Pektemek’in kale önü röveşatası umut mesajıydı. Ama bu hareketlenmeye rağmen bir türlü gol gelmeyince, (Daha önce hatırlattığımız) telaş devreye girdi ve takımın oyun düzeni de bozuldu. Karabük bundan faydalanıp etki fırsatları buldu.

Takım oyunu olarak, onları Beşiktaş’tan daha iyi durumda buldum. En azından, ne yaptıklarını biliyorlardı. 3 puan alması gereken de onlardı.