‘Yürüyen sembol’den gerçek modern kadınlara

Her ne kadar yüzünü batıya dönmek, batının tekniğini yöntemini almak ve dinin yerine aklı rasyonaliteyi koymak tercihlerinde Osmanlı modernleşmesinin devamı olsa da Cumhuriyetle birlikte start alan Türk modernleşmesinin temel duygusu kesinlikle geri ve geç kalmışlıktan kaynaklanan panik duygusuydu.  

Biraz da bu nedenle sanayileşme, kırdan kente göç ve ekonomik entegrasyonun kendi doğal seyrinde tamamlanıp üst yapısını oluşturması, toplumun kendi kültürel zihinsel dönüşümünü kendine özgü şekilde gerçekleştirmesi beklenemedi, beklenmedi.

Batı formları transfer edildi, adına devrim dendi. Topluma yasayla, yasakla, olmadı zorla benimsetilmeye çalışıldı.

O gün için de, o günleri özlemle ananlar için de modernleşmeden murad edilen şey kati surette çağdaşlaşma, batılılaşma idi. Batılılar gibi olmak, batılıymışız gibi görünmek, çağdaşlarımızla benzeşmek temel motivasyon olduğu için de Türk modernleşmesi kostüm modernliğine indirgendi. Osmanlı kadın hareketi tecrübesi ise bilinçli şekilde yok sayıldığından iradesi sınırlanan Cumhuriyet kadını “çağdaşlaşmanın yürüyen sembolü”nden öteye gidemedi.

Sen araba kullanamazsın!

O gün bugündür “cumhuriyet kadını” olarak inşa edilip kutsanan, payelerle kuşatılan ve kendisi dışındaki tüm kadınları bu makbul kadın karşısında hiyerarşik olarak alt sıralara koyan zihniyetin kökü bir türlü kurutulamadı.

Üzerinden neredeyse bir asır geçti ama bu hastalıklı ve üstenci anlayış -hortlak olarak da olsa- hala yaşıyor.

Son örnek başkentten: Bir kadın sürücü, bir başka kadın sürücüyle trafikte tartışıyor. Olabilir tabi. Ama biri diğerine “sen araba kullanamazsın!” diyor. Diyebiliyor çünkü araba kullanmayı başörtülü kadına yakıştırmıyor, açık kadının örtülü kadına göre geçiş üstünlüğü olduğunu düşünüyor.

Tartışma uzayınca da kadını darp edip başını zorla açıyor!

Çünkü sanıyor ki “cumhuriyet kadını” olmak bunu gerektirir!

Görgü tanıklarının, darp raporunun, suç duyurusunun ve mobese görüntülerinin olduğu, Anadolu Ajansı’nın haber geçtiği bir vakadan bahsediyoruz.

Başörtülülere yönelen baskı eskiye oranla kuşkusuz ki toplumsal siyasal destek bulamıyor, ayıplanıyor ama üstünlük vasfını yitirmenin, demode ve gerçek manada modern dışı kalmanın “yapma cumhuriyet kadını”nı çok hırçınlaştırdığı da ortada.

Ne zaman normalleşiriz?

İnsanın ve toplumun fıtratına uymayan herhangi bir uygulamanın sürgit devam etmesi mümkün değildir. Baskıladığınız şey her ne ise, mutlaka bir gün bir yerden yeni bir formla ve üstelik daha dayanıklı, daha mücadeleci ve özgüvenli olarak baş verir.

Bu anlamda “cumhuriyet kadını” olarak inşa edilen form da tutmadı, o dayatmanın dışına çıkılarak yeni formlar geliştirildi.

Toplumun farklı kesimlerinden, inançlarından, geleneklerinden, ideolojilerinden gelen kadınlar Kemalist modernleşmenin kadın inkılabını durduğu yerden eleştirdi ve kendi modernleşmesini gerçekleştirdi, gerçekleştiriyor.

Farklı farklı modernlikler var o yüzden Türkiye kadınları arasında.

Bu çoğulculaşma sağlıklıdır, Türkiye’nin normalleşmekte olduğunu gösterir. Yeter ki biri diğerine üstün tutulmasın, özgürlük alanlarına müdahale edilmesin.

Son olarak başörtülü kadının sokulmadığı alanlara -akademiye, kamuya, Meclis’e, Çankaya’ya, HSYK’ya- dair psikolojik eşik de atlandığına göre normalleşmeye biraz daha yaklaştık demektir.

Ama elbette asıl normalleşme, bir kadının başörtülü olup olmadığının görülmediği, özellikle vurgulanmadığı zaman gerçekleşecek.

Söylemezsem çatlarım

CHP: Teşkilatını ve tabanını “cumhuriyet kadını” denilen “türün” diğerlerinden üstün olduğu yanlış fikrinden kurtarmalı ve cumhuriyet idealinin “sınıfsız imtiyazsız bir toplum yaratmak” olduğunu hatırlatmalı.

AK PARTİ: Grubunda, teşkilatında ya da tabanında erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu zannedenler varsa -ki var- onları hukuki, dini ve medeni konularda eğitmeli. “Ne olacak ya Yeni Şafak’tandır ya Star’dan” diyerek kadın gazeteci aşağılamaya kalkan, konuyu başörtüsüne getiren Metin Külünk de mutlaka disipline edilmeli.