Yüzde 52’lik kongreye ragmen ‘sürgün’

Başbakan Erdoğan, “binbir başlı kartalı” şiirle kaldırmayı tercih etti.

Siz dünyada başka bir liderin bu kadar önemli bir toplantıyı şiirin üzerine kurabileceğini hayal edebiliyor musunuz? Merkel’i, Obama’yı, Putin’i şiirle düşünmek?

Diyarbakırlı bir şairin, Üstad Sezai Karakoç’un “Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine” adlı şiiri Kongre’ye damgasını vurdu. “Sevgili, En Sevgili, Ey Sevgili” nakaratını nerdeyse tüm salon birlikte gözyaşları içinde okudu...

Ertesi gün baktım, “hamaset” demişler, “duygusallık” demişler... Oysa aynı salonda bulunan Mısır Devlet Başkanı Mursi, Hamas Lideri Meş’al ve Tunus’tan Nahda Lideri Gannuşi’ye baktığınızda... Tüm Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Kafkasya, Uzak Asya’dan gelen misafir liderlere baktığınızda... “Yenilgi yenilgi büyüyen zafer”in ne anlama geldiğini elbette anlardınız. O kongre salonuna sırtlarında kefenleriyle gelmiş o liderlerin hangi çetin badireleri atlatarak ve halen pek çoğuyla da mücadele ederek, o gün Ankara’ya ulaştıklarını hepimiz biliyoruz.

“Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır” mısraından su içerken, belki yüz yıldır kanayan yaralarına merhem arayan halkların ızdırabından haberler taşır Başbakanın okuduğu o şiir... Sadece kendi hikayesi değildir bu... Tüm Doğu’ların hikayesidir. Bizim hikayemizidir. Onun her seçimden yükselerek çıkmasının altındaki esaslı sır da burada saklıdır, onda kendi gerçeğini bulur bakan. “Hamaset” mi, “duygusallık” mı dediniz, neden olmasın?

***

Yüzde 52’lik bir halk desteğine rağmen halen “sürgün olmanın” acısından bahsedebiliyorsa bir insan, onun deva bulmaz bu sızısının kökenine bakmak gerekmez mi?

Orada, Maveraünnehir’den çıktıktan sonra henüz 1071’den itibaren, nereden bakılsa 1000 yıllık bir geçmişiyle, “buralarda” oturan (veya ayakta) bir millet durur. Doğuya doğru dönen epey ihtiyar bir dünyada, gözünü hep batıya doğru açıp, atını hep batıya doğru sürmüş bir milletin yazgısı durur bu sürgünlük hissiyatında biraz da... Bu yüzden 1071’den 2071’e ve israrla hep gençliğe atıf yaparak konuştu Başbakan. Beyaz kefen giymiş Kılıçarslan’a nazire, beyaz gömleğiyle kolları sıvanmış bir çalışkanlıkla hatta istiğrak içinde, hep gelecekten söz etti. Ütopyaya teslim olmadı, bütçesi, muhasebesi elindeydi Sürgün’ün, an’ı inşa ederken.

“Uzatma dünya sürgünümü benim” dedi... Nihai kavuşmanın Allah’a olduğunu vurguladı. Ve Kılıçarslan’ın ölümünün zafer gününde bir harp esirinin elinden yazıldığını aktarırken, kibre ve azamete kapılmamak gerektiğinin altını çizdi...

Tayyip Erdoğan’ın yaslandığı siyasetin şairleri Mehmet Akif, Arif Nihat ve Necip Fazıl şeklinde seyrederken, Büyük Kongre’ye şiirsel tacını Sezai Karakoç’la taktı. Başbakan’ın “medeniyet” vurgusu, ideolojik manifesto beklentilerini suya düşürecek kadar belirgindi. Kongreyi Uluslararası bir şölene döndüren yapısıyla birlikte tarttığımızdaysa, yeni bir küreselleşme mümkün mü sorusu çıkıyordu karşımıza... Avrupa Birliği vurgusu önceki kongrelere göre neredeyse yok denecek kadar azdı yanılmıyorsam son kısımlarda kısaca... Bunu uzun yıllar sudan sebeplerle kapıda bekletilmemize karşı bir kırgınlık olarak okumak mümkün nitekim Bosna’daki konuşmasında bu konuda ironik bir çıkışı olmuştu Başbakan’ın. Fakat ben AB’ye girsek bile Paris meydanında bir şiir oku deseler Sürgün’ü gene aynı hislerle okuyacağını hissediyorum Başbakan’ın.

***

Kongrenin en güzel karelerinden birisi, Tayyip Bey’in Emine Hanım’la tokalaştığı andı. Orada iki sıkı yol arkadaşı, yeminini bozmamış iki sürgün gördüm. Ben onları hep ilk görüşte birbirine vurulmuş bir çift olarak bildim. Fakat o anda, salon ve tüm dünya alkıştan inlerken, aşktan, sevdadan da büyük bir şeyin olduğunu hissettim, bu kaderdi sanırım. Şiirin dediği gibi; “sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır/ ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır”...