Yüzyılın parantezinden çıkmak

Türkiye’nin yakın çevresindeki hareketlilik, başta Irak ve Suriye olmak üzere gelecek hesaplarında önemli bir yer tutuyor. Başka bir ifadeyle bölgemizdeki değişim süreci, düşündüğümüzden çok daha fazla ve derin etkiler oluşturuyor.

Türk dış politikası, uzunca bir süre Irak’ta yaşanan değişimi geleneksel kodlarla anlamaya çalıştı. Bir anlamda ‘yüzyıllık yalnızlığı’na uygun biçimde olup bitenden kaçmaya ya da en azından uzak durmaya çalıştı.

Ancak iki önemli gelişme bu duruşu değiştirdi. Birincisi içine kapanık duruşu üzerinden Türkiye’ye dayatılan sorunların artık dayanılmaz hale gelişi ve Ankara’nın bu sorunlara dur demek adına kendisini gözden geçirmesi. Kürt sorunu üzerinden yaşanan süreç bunun en ciddi örneğidir.

İkincisi, son yıllarda ortaya çıkan muazzam değişim ve Türkiye’nin kabına sığmaz biçimde bölgesinde ve küresel ölçekte sahneye çıkması.

Kendisine sorun dayatılan ve sorunlarını Ankara’da göğüslemek, savunma hatttını içeride kurmak zorunda kalan Türkiye’nin yerini, sorunları kaynağında kurutmak üzere harekete geçen bir ülke alıyor.

Türkiye, ‘yüz yıllık yalnızlık’tan kurtuluyor. Kışkırtıcı bir ifadeyle, Ankara, içindeki İstanbul’u keşfediyor.

***

Söz yüz yıllık yalnızlığa gelmişken, dün Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Bursa’daki sözlerini bir kenara not etmekte yarar var:

‘Geçen yüzyıl bizim için bir parantezdi. Bu parantezi kapatacağız. Hiç kimseyle savaşmadan, hiç kimseyi düşman ilan etmeden, hiçbir sınıra saygısızlık yapmadan, tekrar Saraybosna’yı Şam’a Bingazi’yi Erzurum’a, Batum’a bağlayacağız. Bizim gücümüzün kaynağı bu. Size şimdi apayrı ülkeler gibi gelebilir ama, bundan 110 yıl önce Yemen ile Üsküp aynı ülkenin parçalarıydılar. Ya da Erzurum ile Bingazi. Bunu dediğimizde, bize ‘yeni Osmanlıcı’ diyorlar. Bütün Avrupa’yı birleştirenler, yeni Romacı olmuyor, Orta Doğu coğrafyasını birleştirenler yeni Osmanlıcı oluyor.’

Bu uzun alıntıyı yapmamın bir tek nedeni var. Yaşadğımız dünyada bir başkasına meşru ve hak olarak görülen herşey, yeri geldiğinde Türkiye için gayrı meşru ilan ediliyor.

Tarihsel bağlarını, coğrafi yakınlıklarını, kardeşlik hukukunu keşfetmek ne zamandan beri yanlış ve gayrı meşru sayılıyor, anlamak zor doğrusu.

***

Burada asıl sorun, böyle bir sürece ve yola ne kadar hazır olup olmadığımız. Bu tür tartışmalar genelde gündelik siyasetin koridorlarına mahkum olduğu için, eleştiri getirmek ya da bir gelecek tasavvuru üzerinde konuşmak neredeyse imkansız hale geliyor.

Türkiye’deki entelektüel hayatın, yanı başında olup bitene ne kadar ilgi gösterdiği, bu ilginin ne kadar kalıcı ya da sahici olduğu hayli su götürür. Hala Suriye, hala Irak ve hala diğer önemli gelişmeler ve bunların ortaya çıkardığı dinamikler, yabancı algılar/akışlar üzerinden okunmaya çalışılıyor.

Sözkonusu gelişmelerin herbiri, bizi, geleceğimizi ve varsa kurgularımızı doğrudan etkileyecek, dönüştürecek ve belki de alt üst edecek özelliklere sahipken; hala bunları gündemine almayan, konuşmayan, tartışmayan bir okur yazar sınıfla nereye kadar gideceğimiz de hayli kuşkulu.

Bakan Ahmet Davutoğlu’nun ifadesiyle söylersek Türkiye yüzyıllık parantezi kapatıyor. Yani yeni bir döneme giriyoruz ve gündelik çekişmeleri, telaşları bir kenara bırakıp bu dönemin inşası üzerinde gayret göstermekten başka çıkışımız yok.