Osmanlý Ýmparatorluðu’nun Arabistan yarýmadasý dýþýndaki topraklarýný Ýngiltere ve Fransa arasýnda bölüþtüren Sykes-Picot anlaþmasýnýn 100’üncü yýldönümü 2016 yýlýnda. Ama kutlama yapmak isteyenler bunu 2015’te yaparsa akýllýca olacak; çünkü 100 yaþýna basmadan paçavraya çevrilebilir.’ (John Grimond, 2015’te Dünya, The Economist, s. 17.)
2015 yýlýnýn baþýnda not ettiðim bu satýrlar, muhtemelen þimdi çok daha anlamlý hale gelmiþ görünüyor. Biz neresinden bakarsak bakalým, yeni bir düzen kuruluyor, baþka bir ifadeyle eskisi yýkýlýyor. Ayný zamanda yüzyýl öncesinde þekillenen sýnýrlarýn ne kadar korunabileceði de giderek kuþkulu hale geliyor.
Ýzninizle yine bu köþede dile getirdiðim bazý deðerlendirmeleri tekrar paylaþmak istiyorum:
‘...Farklý etnik yapýlar, mezhepler, cemaatler ve dinler, bir o kadar farklý talebi ve ‘kendisine ait olaný isteme’ hakkýný beraberinde getiriyor. Düne kadar deðiþim, iktidarý birinin terk edip ötekinin elde etmesinden ibaretti. Oysa bugün kimin iktidardan gideceði açýk; ama kimlerin, hangi uzlaþmalarý saðlayarak iktidara ortak olacaklarý son derece karmaþýk. Kuzey Irak ya da Lübnan Hizbullah’ý örnekleri, devletlerin yerine pekala ‘devletimsi’ yapýlarýn da yaþayabileceðini göstermiþken, ‘birlik ve bütünlük’ içinde yeni iktidarlar beklemek kolay deðil.’ (Star, 15 Nisan 2012)
Yugoslavya sýnýrlarýnda þimdi kaç ülkenin bulunduðunu sayabilen kaç kiþi var ? Þimdi bu sorular ve belirsizlikler zincirine Suriye de katýldý. Bu ayrýþma ve parçalanma sürecinin etnik, mezhebi ve dini motivasyonlarý olsa da, bunlarýn hepsini aþan bir karaktere sahip olduðunu görmekte yarar var.
Ýþin en sýkýntýlý tarafý, bu tür ayrýþmalarýn en yoðun yaþandýðý bölgenin tam merkezinde bulunmamýz. Geçtiðimiz yüzyýlýn baþýndan itibaren iyiden iyiye belirginleþen çözülmenin ve parçalanmanýn Anadolu sýnýrlarýna hapsettiði bir ülkede, burnunuzun dibinde yaþanan bir çatýþmadan, ayrýþmadan uzak durmamýzý tavsiye edenlerin, biraz daha tarih okumasýna ihtiyacý olmalý.
Bu ayrýþmalarýn kendilerini baðýmsýz ya da güçlü kýlacaðýný düþünenlere, mesela ayrýlýkçý Kürt hareketinin ateþli savunucularýna þu anda ne söyleseniz, ‘Sizin devletiniz var, bizim neden olmasýn’ mealinde cevaplar alýrsýnýz.
Ne söylesek boþ; ama yine de bir baþka alýntýyla tamamlamak, en azýndan bir hatýrlatmada bulunmak hayýrlý olabilir:
‘...Rumeli faciasýndan sonra Türk devletinin çekiliþine yar aðladý, hatta zaman zaman aðyar da teessüf ediyor; bunu hep biliyoruz. Lakin ben dün baðrý yananlardan bir gençle görüþtüm.
Bu genç samimi ve sýcak bir sesle dedi ki: ...Rumeli’de Türk hakimiyetinin yerine geçen unsurlar hakimiyet sýfatýna liyakat kazanamadýlar. Devlet Rumeli’ye hakimken Türk’ün esamesi okunmazdý. Bilhassa Arnavut kardeþlerimizin milli faziletleri dillerde destandý.
Türkler mahkumiyetleri zamanýndaki tevazulu vaziyetlerini mahkumiyetlerinde muhafaza ettiler. Bugün Rumeli’de bilfiil meydana çýkan netice isbat etti ki Türk bu devletin Müslüman unsurlarýný birleþtirmek için Allah tarafýndan bir mevhibe imiþ. O giderse Arnavutlar, Kürtler, Çerkezler çil yavrusuna dönerlermiþ.
Bugün Arnavutlar ne bir ordu, ne bir müessese, ne bir idare þebekesi vücuda getirebiliyorlar. Bir zaman Türk idaresinde ferdi kabiliyetle o kadar büyük adamlar yetiþtiren bu unsur, kendi baþýna kalýnca þaþýrdý.
...Uyandýk, lakin karanlýkda uyandýk’ (Hatýrlarým, Yahya Kemal Beyatlý, Ýstanbul Fetih Cemiyeti, s.49-50)