Yüzyıllık pişmanlık

Bu coğrafyada olup biten hiçbir şey birbiriyle ilgisiz değil. Hele de coğrafya yeniden dizayn edilirken. Yüzyıl önce Abdülhamit Han tahttan indirilip Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması operasyonu nasıl içerden ve dışarıdan yükseltilen “istibdat (diktatörlük) var” yaygarasıyla başlatılmışsa bugün de aynı iddia aynı yerlerden yükseltiliyor.  Ortadoğu’yu parçalara ayırıp bütün coğrafyayı kan revan içinde bırakan Skyes Picot’un yüzüncü yılı yaklaşırken bu kez hedef Cumhurbaşkanı Erdoğan.

Mursi ise ipin ucunda.

2013 Haziran’ında Taksim meydanından Tahrir çıkarmak için uğraşanların istedikleri, Erdoğan’ın kararlı tutumu, toplumun geniş kesimlerinin feraseti ve Gezi’ye katılanların bir kısmının olup biteni bir noktadan sonra idrak etmesi diğer kısmının ise yaz tatillerini daha fazla geciktirmek istememesi neticesinde gerçekleşmedi.

Ama Türkiye’de yapılamayan o darbe 3 Temmuz’da Mısır’da gerçekleşti. Mısırlıların seçtiği ilk cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi, demokrasinin kalesi olduğunu iddia eden Batı dünyasının ve kendi krallıklarına halel gelmesinden korkan Arap dünyasının desteğiyle Sisi komutanlığındaki askeri darbeyle alaşağı edildi.

“Hani benim oyum” diye sormak için meydanlara çıkan siviller ise dünyanın gözü önünde ‘sniper’larla tarandı. O katliamda şehit olanların büyük çoğunluğu boynuna ya da başına isabet eden kurşunlarla can verdi. Kaza kurşunu değildi yani. Çatılara konuşlanmış keskin nişancıların isabet ettirdikleri hedefleriydi!

Dünya ses etmedi. Liderler tatillerini kesmedi. Yasak savma babından birkaç bezgin cümle sadece.

Türkiye toplumu ve devleti hakkı tuttu kaldırdı. Diktatöre diktatör, darbeye darbe dedi.

Lakin bu hakkaniyetli ve şahsiyetli duruş manipülatörlerin hiç hoşuna gitmedi.  Küresel sermayenin yerli taşeronlarının Koç başı olduğu, KPSS sınav sorularını çalarak devlet içine adam yerleştiren paralel yapının aktif hale geldiği yeni süreçte önce çamurdan “diktatör” yapıp sonra ona isyan etmeye başladılar.

30 Mart da 10 Ağustos da darbecilerin duasını karşılıksız kaldı. Türkiye toplumu her iki seçimde de “çamurdan diktatör”e ruh üfledi ve diktatör denilenin diktatör değil kendi seçtiği olduğunu ilan etti.

Lakin hikaye burada bitmedi. 7 Haziran seçimlerinde en fazla oy alanın yüzde 25 olduğu muhalefet partileri kulaklarına üflenen yeni sufleyle yüzde 52 ile Cumhurbaşkanı seçilmiş Erdoğan’ı tekrar diline doladı.  

Gösterdikleri gerekçe AK Parti’nin bir önceki seçime göre yüzde 9’luk bir kayba uğramış olması.

Gözden kaçırdıkları gerçek ise AK Parti’nin yüzde 41 gibi yüksek bir oyla seçimden birinci parti olarak çıkması. Ve eğer kendileri de on yıllar sonra hükümetin bir parçası olmak istiyorlarsa AK Parti’ye muhtaç oldukları.

AK Parti’yi linçe tabi tutmak istedikleri oy oranının, muhalefet partilerinin hiç ulaşamadıkları bir oran olması ise ayrıca trajikomik tabii.

Mesela ana muhalefet partisi CHP, yüzde 41’i 65 yıllık çok partili demokrasi tarihinde sadece bir kez 1977’de Ecevit döneminde gördü. Bir daha da hedef olarak bile gösteremedi yüzde 41’i. 

Boy ölçüsü böyle olan, yani hükümet olmak için hiçbir zaman halkın teveccühüne mazhar olmamış partilerin, şimdi iktidar partisi bir parça oy kaybetti diye seçilmiş yetkilendirilmiş Cumhurbaşkanı’nın varlığını, makamını tartışma konusu yapmaya cüret etmeleri kendilerini aşan bir şeydir.

Cumhurbaşkanı makamını, ikametgahını ya da bizzat kendisini koalisyon için şart koşmak demek hem yüzde 52’lik halk iradesine çöp muamelesi yapmak, hem de devletin başı üzerinden devletin işleyişini sarsmaya cüret etmek demektir.

Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsi konutu değildir. Seçildiği süre zarfında devlet başkanı sıfatıyla ikametle zorunlu olduğu yerdir. Ve Erdoğan’dan sonra seçilecek devlet başkanları da Beştepe’de ikamet edecektir.

Cumhurbaşkanlığı makamının Çankaya’dan Beştepe’ye taşınması ise Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Milletine rağmen olmamıştır. Cumhuriyeti kuran, Çankaya’yı cumhurbaşkanı ikametgahı olarak tayin eden iradedir Beştepe’yi devletin kalbi tayin eden. Beştepe’yi ilga hayali kuranlar ise Türkiye’yi yüzyıllık yeni bir pişmanlığa mahkum etmeye çalışanlardır.