“Zaman içinde yaþadýðýmýz bir akarsudur, bizi alýp ya ileriye götürür ya da boðup öldürür,” diye bir laf takýlmýþ aklýma. Galiba Ýnci Aral’ýn bir romanýnda okudum. Her neyse. Ben akýp giden zamanýn ters yönünde doðru kulaç attým çoðu kez. Boðulmama da ramak kaldý hemen her defasýnda. Efendim, geçmiþ çok tehlikeli bir arazi. Öylesine mayýnlar gömülmüþ ve unutulmuþ ki her an birinin üstüne basýp darmaduman olabilirsin. Onun için geçmiþte yürürken çok dikkatli olmak gerek...
“En tehlikesiz bölge çocukluktur”, derlerse de inanma! Bu gün neysen, neredeysen, oraya nasýl gelmiþsen hepsi çocukluðunda gizlidir. Benim gibi çocukluðunu hiç yaþayamamýþ, liseyi bitirdiðin gün üvey ana marifetiyle kapýnýn önüne konmuþsan ve de bir ömür kendine sýcak bir yuva, bir ana kucaðý bir baba þefkati aramakla geçmiþse bilinçsizce, o zaman çocukluk pek öyle uðranasý bir bölge deðildir. Gene de arada bir, kalmak için deðil, soluklanmak için uðranýlasý bir yer çocukluk; en azýndan ilk gençlik.
Lise diplomasýný aldýðým günün hemen ertesinde babam yememiþ içmemiþ elbiselerimi bir melbusat torbasýna doldurup ön kapýnýn yanýna dayamýþtý. Ne bu diye sorduðumda, yasal yükümlülüklerinin bittiðini, bundan böyle baþýmýn çaresine bakmam gerektiðini söylemiþ kapýyý suratýma çarpmýþtý. Tek baþýma kalakalmýþtým kapýnýn önünde. Kendi ülkemden, akrabadan eþten dosttan on binlerce kilometre uzakta bir akþam, yapayalnýz. O aný kafamdan silmek için çok uðraþtýmsa da, beceremedim. O kovulmanýn verdiði çaresizliði yüreðimden söküp atmak için çabalýyorum nerdeyse yarým yüz yýla yakýn bir süredir. Ancak bir türlü söküp atamýyorum iþte. Yalnýzlýðýn sarýp sarmaladýðý çaresizliði kovalýyorsun kafandan ama yüreðinden kazýyamýyorsun. Yolunu þaþýrýp bir çýkmaza sokaða daldýðýnda, þaþkýnlýkla ben nasýl düþtüm buraya diye mýrýldandýðýnda, beyninden söküp attýðýn ama yüreðine çöreklenmiþ çaresizlik ve yapayalnýz kalma korkusu, “ben geldim!” diyerek ve de gevrek gevrek gülerek yaný baþýna kuruluyor...
Ýþte o akþam, melbusat torbasýný sýrtýma vurmuþ yürürken, yalnýzlýk korkusu mengene olmuþ yüreðimi un ufak etmeye uðraþýrken bir park gördüm. Girdim parka. Hava ýlýktý; aylardan Mayýs. Geceyi geçirecek bir yer bulmalýydým önce. “Hele bir sabahý edelim....” Diye düþünüyordum. Güneþ, ýþýk, sabah...umut. Alacakaranlýk, uzayan gölgeler, aðaçlarýn hýþýrtýsý...korku.
Melbusat torbasýnýn yanýna babam bir de uyku tulumu eklemiþti. Nereden bulmuþ, nasýl edinmiþ bilmiyorum ama uzun, kocaman bir sosisi andýran torbaya sicimle baðlamýþtý. Parka girince bir çam aðacýnýn dibine çöktüm, uyku tulumunu yere yaydým, içine girdim, sýrt üstü uzandým. Gökteki yýldýzlara baktým. Evim, odam, yataðým kadar uzaktý yýldýzlar. Ve aðlamaya baþladým. Sarsýla sarsýla. Niye aðlýyordum acaba? Çaresizliðim mi? Talihsizliðime mi? Yalnýzlýðýma mý? O gün bu gündür ne zaman aðlasam hep bu üç soru çakar beynimde ve ben, sonunda “üçüne de...” diye yanýt veririm, birinde karar kýlamadýðýmdan...
Uyku tulumunda, yýldýzlarý seyrederken uyuya kalmýþým. Ne kadar uyumuþum bilmiyorum ama baþýmý tulumun içine çekmiþim kaplumbaða örneði. Üzerime damlayan yaðmurla uyandým birden. Kafamý yavaþça çýkardým tulumdan dýþarý. Sabah olmuþtu. Gökyüzüne baktým. Masmaviydi, güneþ pýrýl pýrýl. Ama yaðmur da yaðýyordu...iþte! Baþýmý iyice dýþarý çýkardým; bakýndým çevreme ve gülmeye baþladým. Katýla katýla güldüm. Su fýskiyesinin altýna yatmýþtým yata yata! Ve iþte yalnýzlýðýmýn ilk günü bahtsýz deve örneði, fýskiyenin altýnda kutup ayýsýyla burun buruna gelmiþtim... Ve ben bir ömür boyu, zaman zaman, da olsa, o fýskiyenin altýna yattým ve masmavi, gökyüzün altýnda, güneþin bütün dünyayý ýsýttýðý saatlerde sýrýlsýklam olmayý becerdim!