Yeni ABD Baþkaný Donald John Trump; “Ýsrail’e verdiðimiz sözleri unutmadýk” dedi. Bu konuda zikredilen ilk yorumlardan birisi; ABD Büyükelçilik merkezinin Telaviv’den Kudüs’e taþýnmasýydý. Doðrusunu isterseniz zaten iþgal ve baský altýnda tutulan Kudüs için çok da radikal bulmadýðým bir hadise. Ama sembolik bir anlamý var, süper güç olarak ABD, þayet gerçekleþirse bu tavrýyla, Kudüs’ü Ýsrail’in baþkenti olarak tanýdýðýný tüm dünyaya deklare edecek...
1917’de Kudüs ve Filistin’de yaþadýðýmýz Osmanlý çöküþünün 100 yýl aradan sonra büyük felaket, sürgün ve soykýrýmlarla tamamlanmasý anlamýnda olacak bu iþ ayný zamanda...
Bu çerçevede pek çok önemli siyasi yorumlar analizler yapabiliriz. Lakin bu siyasi yorumlarýn hiçbiri yüz yýldýr yurtsuzlaþtýrýlma hikayesinin öznesi olan Filistinli’yi çok da dikkate almaz, onun kiþisel ve küçük hikayesi çok da önemli deðildir diðer büyük hikayenin yanýnda. Zira Kudüs büyük bir davadýr. (ben de böyle düþünüyorum) Kudüs’le ilgili hemen her tartýþma dünya siyaset devlerinin üzerinden ve ister Ýslami kesimden isterse Yahudi cenahýndan olsun fark etmez, adanmýþlýk ülküsü üzerinden yazýlýr...
Yüz yýllýk bu çekiþmeden; Ýsrail’in iþgal, Filistin’inse direniþ þeklinde özetleyebileceðimiz süreçlerinden öðrendiðimizse þudur: Güçlü bir devlet olmak sorunun çözümü için zarurettir...
***
Türkiye’nin güçlü devlet olmak hadisesini birinci sýraya çekiþi elbette rastlantýsal deðil. Körfez krizinden, Irak’ýn iþgaline, Arap baharýndan Suriye krizine kadar, Ukrayna ve Gürcistan’da yaþananlar, PKK ve Daeþ gibi terör örgütleriyle mücadeleyi de buna ekleyerek düþündüðümüzde evet Türkiye, güçlü bir devlet olmak zorundadýr. Bu koþullar Türkiye siyasetini ‘’olaðan üstü’’ koþullara çýkartmýþtýr. Meclis’in bombalandýðý bir Türkiye’de varoluþ, istiklal ve istikrar mücadelesi verilirken, demokrasi, özgürlükler ve katýlýmdan daha az deðerli deðildir bu güçlü duruþ... Siyaset ve devlet eleþtirisinde þimdiye kadar en sýký tenkitleri yapagelmiþ Ýslamcý aydýn ve aktivistlerin dahi “Güçlü Türkiye” çatýsýnda buluþmalarý da rastlantýsal bir hal deðil...
Zaman, kader yataðýnda hýzla akan bir nehre benziyor. Geçtiði sert büklümlü vadilerden akarken, taþýdýðý süreçleri bazen saða bazen sola yaslýyor, istif ediyor, sýkýþtýrýyor... Zamanýn, tüm dünyayý saða çektiði bir eþikten geçiyoruz. Saðçýlaþma, merkezkaç cazibe olmaktan çýkýp neredeyse yeni merkez...
***
Zygmunt Bauman geçtiðimiz günlerde 91 yaþýnda vefat etti. “Akýþkan Modernizm” þeklinde Türkçe’ye çevrilmiþ kavramsallaþtýrmasýný, üstünüzden hýzla çekip çýkartabileceðiniz omuzlarýnýzdan kayýveren bir pelerine benzeterek anlatýrdý. Ve modern zamanlarda bu pelerinsi kayýþýn, aþýrý hýzýn, hem bilgi hem edim olarak, hayatýn her zerresine hükmettiðinden þikayet ederdi. Akýþkanlýk yani yüzeysellik, sathilik, asrýmýzýn hýz zorunluluðunun doðal bir sonucuydu Bauman’a göre. (Yüzeyselliði küçük görmüyorum oysa ben, kullanýþlý bir yara bandajýdýr, bunu ayrýca yazacaðým.)
Kýyamete yakýn zamanýn bereketinin kalkacaðýndan söz eden þark büyükleri vardýr bizde de. Yýllar güne, günler dakikaya çevrilecekmiþ diyerek korkuyla ve alçak sesle anlatýlan bu menkýbelere göre, insan zaten hüsran içindedir... Asr suresi bunu anlatýr. Ýnsanlarýn birbirlerine hakký ve sabrý tavsiye etmeleri söylenir...
Ýnsan büyük hüzünlerin içinden geçerken tavsiyesine müracaat edeceði, tavsiyesiyle destek bulacaðý akýllý, dingin, olgun sesler nefesler arýyor. “Akýþkanlýk” çaðýnda zamanýn sel gibi kayýp aktýðý demde, bu içtenlikli sesi iþitebilmek kolay deðil...