Zamanýn akýþý hýzlandý mý?

Sanki bir el zamanýn akýþýný hýzlandýrdý. Sanki yýllar sonra olmasý muhtemel bazý geliþmeler bu el tarafýndan ‘erken’e alýndý. Anlamak zor. Ama 2011’in son aylarýnda baþlayan baþdöndürücü akýþ tüm hýzýyla devam ediyor. Bir acele, bir telaþ. Sahnedeki hangi aktöre baksanýz durum ayný.

Eðer olup biteni sadece 2014 yýlýnda kim cumhurbaþkaný seçilecek, AK Parti ne olacak, sistem baþkanlýk ya da yarý baþkanlýk haline gelecek mi sorularý üzerinden okumayý denersek, karþýmýza çýkacak cevaplarýn hiçbiri bizi tatmin etmeyecektir.

Kuþkusuz siyasetin yeni dönemde hangi aktörler, zeminler ve dönüþümler üzerinden yürüyeceði önemli. Ancak tüm bunlar, sanki çok daha büyük sorularýn ön hazýrlýðý gibi görünüyor.

2007 seçimlerinin ardýndan peþ peþe ortaya çýkan bazý hamlelerin, ‘siyaseti Tayyip Erdoðan’sýz dizayn etme’ beklentisi sürekli olarak boþa çýktý. Kapatma davasý bu yönde çok ciddi bir haberciydi; þaþýrtýcý ittfaklarla püskürtüldü. Ardýndan 2009 yerel seçimlerinde AK Parti’yi, daha doðrusu Erdoðan’ý yüzde 40’ýn altýna çekerek yýpratma senaryosu yürürlüðe girdi. Önce referandumda, ardýndan 2011 seçimlerinde bu oyun da bozuldu.

***

Bu hamlelerin herbirinde Tayyip Erdoðan daha da güçlenerek yoluna devam etti. 2011 son demlerinde bu kez önce ‘Þike davasý’ ve Erdoðan’ýn saðlýk sorunlarý üzerinden ayný senaryo bir kez daha denendi. MÝT Müsteþarý’ný ve bazý önemli güvenlik bürokratlarýný ifadeye çaðýran 7 Þubat giriþimi, belki de en önemli hamle olarak tarihe geçti.

Bu çatýþmanýn herhangi bir yerel aktörle, grupla, kesimle ya da duruþla izahý mümkün deðil. Aksine Türkiye’nin merkezinde yer aldýðý tüm bölge politikalarýný doðrudan içine alan bir karþýlaþmadan söz ediyoruz.

Ýnatla bu süreci devam ettirenler, en çýplak ifadesiyle Tayyip Erdoðan’sýz bir siyasetin peþinde koþanlar, onun gücünün ve bu gücün toplumsal, bölgesel ve uluslararasý karþýlýðýnýn elbette farkýndalar. Ancak gayet iyi biliyorlar ki Suriye konusunda Türkiye’nin içinde olmadýðý bir çözümün yaþama þansý yok. Ýran konusunda Ankara’yý ikna etmeden yol alýnmasý imkansýz.

Dahasý, gerek Suriye, gerekse Ýran konusunda, Türkiye kendi duruþundan geri adým atmaya niyetli de görünmüyor. Türkiye elbette kendi çýkarlarýný göz ardý etmiyor. Ama bunu elde etmenin kalýcý yolunun ‘barýþ’ olduðunu, Afganistan ve Irak örnekleri üzerinden en doðru okuyan ülke de Türkiye oldu.

***

Þimdi zamanýn gerçekten hýzlandýðý bir dönemdeyiz. Türkiye’nin etrafýndaki sorunlar, hareketlilik, doðru yönetildiði takdirde gücünü artýracak ve etkinliðini sahici kýlacak özelliklere sahip. Korkular, iç çekiþmeler, anlamsýz takýntýlar, deðiþim sürecini doðru okuyamamanýn getirdiði týkanmalar yüzünden bu sýnavý geçemezsek, bugün sorun sandýklarýmýz, yarýn baþýmýza geleceklerin yanýnda çocuk oyuncaðý kalýr.

Mesela Suriye’nin bölünmesi, Türkiye açýsýndan doðrudan bir tehlike kaynaðý deðil. Týpký Irak’ta olduðu gibi. Ancak üzerimize boca edilen, özellikle de Türkiye’deki yüksek bürokrasinin siyaseti korkutma/sindirme aracý olarak kullandýðý tezlere itibar edersek, tehlike o zaman kapýmýzý çalar, hatta parçalar.

Öyle yok müzakereciler yahut Oslo’cular filan gibi kýrýk dökük göndermelere aldýrýþ etmeden, önce kendi içimizde Kürt sorununda cesur adýmlar atmak, eþ zamanlý olarak bölge Kürtlerine ‘Sizin için en emin adres burasý’ mesajýný vermek zorundayýz.

Bu coðrafyada barýþýn adý Türkiye’dir ve bu güç, kendi iç hesaplaþmalarýmýza kurban edemeyeceðimiz kadar deðerlidir. 2007 seçimleri, 2010 referandumu ve 2011 seçimleri, bu yöndeki ittifaklarýn deðerini bilenler eliyle anlam kazandý.

Þimdi neden olmasýn.