Z.D’nin gözüyle Gezi

Artık her şeyi “Gezi’den yola çıkarak” konuşuyoruz. Şu sıralar bütün röportajlar böyle başlıyor. Gezi’den yola çıkarak Mısır’ı konuşuyoruz; Gezi’den yola çıkarak çözüm sürecini, Gezi’den yola çıkarak gençleri konuşuyoruz; Gezi’den yola çıkarak ekonomiyi, esnafın durumunu konuşuyoruz vs.

Malum bir kısım esnaf kan ağlıyor, fakat bunlar geçici şeyler. Zarar ağır olsa da gelen mala gelsin...

Önemli olan şu; Gezi insanlığımız üzerindeki örtüleri de kaldırdı. Meğer yıllardır herkes birbirine rol kesiyormuş, bunu fark ettik.

İdeolojik görüntülü sınıfsal refleksler açığa çıktı Gezi sayesinde. Hoşgörünün nasıl bir anda sahteleştiğine şahitlik ettik.

Benim için ise Gezi biraz da Z.D. oldu. Hani üzerinde tepindiğimiz, “göster, göster, modese kayıtlarını göster” diyerek çirkefleştiğimiz, “mantığı nerede bu olayın” diyerek vicdanımızı aldırdığımız, “halüsinasyon değilse tabi” diyerek zekamızı pazara çıkardığımız, “yalan işte, itiraf et kurtul” diyerek insanlığımızdan soyunduğumuz, Z.D. olayı...

Evet, “Gezi’nin 3-5 ağaç meselesi olmadığını” ilk bu olayı duyduğumda anladım.

Z.D’nin başına geleni twitter’da ilk paylaşan ben olmama rağmen şu vakte kadar bir şey yazmadım.

Z.D. ile gidip görüşmeme rağmen bu bir geçmiş olsun ziyareti olarak kalsın istedim; o susmayı tercih ettiği için ben de sustum.

Ve istedim ki artık kimsecikler yazmasın, unutalım bunu ve benzeri tüm olayları...

Çünkü biliyorum, Z.D’nin başına gelenin benzeri çok kişinin başına geldi, ama başörtülü kadınlar dünyanın en büyük insan hakkı ihlallerinden birine maruz kalmış olmalarına rağmen, başörtüsünün sorun olmasından o kadar bıkmışlar ki, konuşmamaya razılar; yeter ki sorun çıkmasın...

Ama bugün artık görüyorum ki, gazeteciliği dedektiflikle karıştıran ve Z.D’nin yaşadığı şeyin şiddetini zerre miskal önemsemeyen, giderek hodbinleşen ve hakikati ortadan kaldırmak adına kendi düştüğü zelil durumu bile düşünmeyen yazılar kaleme alınıyor.

Saldırıya uğramış bir kadının saldırının şoku üzerinde iken anlattıklarını didik didik eden, buradan bir “fantezi” kurgusu çıkarmaya çalışan yazılar yazılıyor; üstelik haberi “seksi” hale getirmek adına gazetecilik etiğini hiçe sayan örneklerle dolu sütunlardan...

Verilmiş sadakası varmış!

Dedim ya, Z.D’nin başına geleni twitter’dan ilk paylaşan bendim. Tarih 2 Haziran falan olmalı. Yani Taksim savaş alanı, twitter ise Taksim’den beter haldeydi. Gazeteci diye bildiklerimizin ölü ve yaralı borsası açtığı günlerdi. Twitter’ın “Gezi komuta karargahı” gibi kullanıldığı, Dolmabahçe’ye twitter üzerinden eylemci sevkiyatı yapıldığı günlerdi.

Z.D’nin başına geleni paylaştım paylaşmasına ama onun onayının olup olmadığını bilmeden paylaşmış olmaktan dolayı pişmanlık da yaşadım, onu incitmiş olma ihtimalim vardı çünkü. Tabii “sessiz çoğunluğun” olası tepkisi de beni biraz ürküttü.

Sonuç olarak Z.D’nin yaşadıkları onun şahsıyla değil başındaki örtüyle alakalıydı...

Aradan 24 saat geçtikten sonra twitter hesabımdan üzerime küfür yağmaya başladı. Çok belli ki örgütlü bir hareketti; çapulcu uzantılı hesaplardan ağza alınamaz küfürler ve ifrazat çeşitleriyle tanımlanan eylem tehditleri geldi...

O zaman anladım twitter sokağında bu hale gelen bir eylemci güruhunun biraz da kafayı bulmuşsa Kabataş’ta yapamayacağı şey yoktu. Hiç merak etmedim, mobese var mıydı yok muydu. Ben kendi twitter hesabımdan, mobesenin en net görüntü vereninden izledim olayı. Hesabımı kilitlemek zorunda kaldım, ağzı kubur güruhun Kabataş versiyonundan az zararla kurtulduğu için Z.D’nin de verilmiş sadakası olduğunu düşündüm.

Z.D’yi ziyarete gittiğimde ise hala olayın etkisindeydi ama çok net ve bence çok doğru bir karar vermişti.

Çıkıp hiçbir yere konuşmayacağım, çünkü biliyorum, ben ne desem inanmak istemeyen inanmayacak. Kimseyi inandırmak zorunda değilim.”

Mobese soranlar, halüsinasyon, yalan, iftira diyenler, devam edin. Böyle konuştukça kumaşınızı pazara çıkarıyorsunuz.