Zehra’yı rahat bırakın!

Önce “Z.D”ydi adı... Bir kadının veya bir çocuğun, ismi değil de isminin baş harfleri geçiyorsa haberde...  Az çok her okuyucunun tahmin edebileceği gibi, iyi gitmeyen bazı işler geçmiştir başlarından... İsmini güya vermek istemezken karakol ve medya, güya korumak için, mağduru “iki harfe indirgerler”. Korumak mıdır bu, yoksa işaretlemek midir, hep düşünmüşümdür. Gözlere çekili bir bant, görüntüyü buzlama veya harflerle kodlama... Burada kötü bir şey yaşandı demektir kısaca...

Gezi olayları sırasında Kabataş’ta yaşanmış bir hadiseydi ilkin. Sonra Türkiye gündemine girdi. Büyük bir kavganın ortasına hasbelkader düşmüş, bebekli bir kadının küçük ve kısa hikayesi... Artık “Z.D” olmaktan çıkmış, genç kadını ve bebeğini koruyacak buzlar çoktan erimiş, bantlar yırtılmış, harfler az gelir olmuştu hepimize... Artık bilmeliydik biz, ismi nedir, hatta kimin gelini, kimin eşidir, hangi partiyi tutmaktadır, düğün fotoğrafları nerededir, nasıldır, kocasının arabasının markası nedir... Biz, her şeyi ve hepsini merak edip öğrenmekte hak sahibiydik artık... Çünkü o dayak yemiş, taciz edilmiş, bebeğiyle yerlerde sürüklenmiş bir kadındı. Dünyanın bütün ışıklarını yakıp onun yüzüne tutmalıydık, yüzünün her bir santimine büyüteçlerle bakmaya hakkımız vardı artık. Hatta onu yalan makinesine de bağlayabilirdik ki bakalım doğruyu mu söylüyor, belki akıl hastanesine de yollamalıydık aklı başında mı yoksa uyduruyor mu, paranoyası mı var, nereden bilelim... Bilmeliydik. Deşmeliydik. İçini açıp bakmalıydık. Konuşmaya zorlamalıydık... Çünkü o bunların hepsini hak edecek bir şey yapmıştı: Tacize uğradığını söylüyordu bebeğiyle birlikte...

***

Hangi kadın tacize uğramaktan onur duyar? Hangi kadın, hangi siyaset kurgusu hatırına, kendi haysiyetini heba edebilir? Allahaşkına özellikle kadınlar sorsunlar bunu vicdanlarına.

Zaten “taciz”e veya “tecavüz”e uğradığını söylemenin, şikayet etmenin bile çok ağır bedeller gerektirdiği bir toplumda... Politik bir tartışmanın hıncını çıkarırcasına, mağdura yüklenmenin nasıl bir mantığı, nasıl bir vicdanlı yanı olabilir...

Hani taciz ve tecavüzde mağdurun beyanı esastı? Hani kadın dernekleri? Hani kadın dayanışması? Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız bu konuda ne düşünüyor? Sayın Bakan, suçluları koğuşturacağına, mağdurun üzerine dökülen bu karanlık zifte, isyan ediyordur eminim... Kadınlar, çocuklar, engelliler ve tüm dezavantajlı kesimler lehine devasa olumlu adımlar atıldı diye sevinirken... Zehra Develioğlu ve bebeğine karşı takınılan medyatik tavır, beyinleri sarsıyor, vicdanları kanatıyor...

Haydi erkek yazarlar, haberciler yeterince empatik yaklaşım sergileyemiyorlar diyelim, medyanın kadın aktörlerine ne demeli? Haydi başı örtülü ve kayınpederi “AKP”li diye Zehra’yı harcıyorsunuz da bebek Zeynep, bu politik kamplaşmanın neresine düşüyor? Kaç gramdır o masumun ağırlığı ve size ne yapmıştır, hangi suçu işlemiştir Zeynep bebek?

“ Ben daha önce yazdım, yok sen daha önce yazdın” diye birbirine giren kadın gazeteciler, Zehra’ya ve ailesine neler yaptıklarını farkındalar mı? Her şey siyaset... Her şey medya değil oysa...

***

Ya aylar sonra ortaya çıkartılan, sürüme sunulan son videoya ne demeli? Develioğlu ailesi adeta yalvarırcasına şahit ve görüntü delili ararken, susanlar, kameralar bozuktu diyenler... Şimdi aylar sonra ne olduğu belli olmayan bu görüntüleri çıkartarak kimden öç alıyorlar? Bu ne kadar kötücül bir iştir böyle, bundan kime ne hayır gelir ki? Kim, ne kazanabilir bir kadının haysiyetiyle, bir bebeğin canıyla uğraşmaktan elinize ne geçer?  

“Zehra konuşsun!” diyorlar. Bense tüm bu yaşadığımız vicdan körleşmesinin, onun “konuşmama hakkı”nı tahkim ettiğini düşünüyorum.

(Develioğlu ailesiyle uzun yıllara dayalı bir dostluğumuz var, kendilerine ve hassaten evlatlarına tekraren geçmiş olsun dileklerimizi sunar, daha evvel de söylediğim vechile, medyadan uzak durmalarını temenni ederim.)