Zirvelere anlam kazandıran liderlik…

İlk site devletlerinden bu yana halklar farklı zeminlerde bir araya gelerek fikri veya ticari alışverişte bulunmaya, kendilerine göre zirveler yaparak ortak meselelerini ele almaya çalışıyorlar. 

Örneğin İslam öncesi Arap toplumlarında panayırlar sergi, fuar, ticaret merkezi gibi roller oynarlar; farklı kavimleri, milletleri, şehir halklarını bir araya getiren bir nevi sosyal-kültürel-ekonomik-siyasi zirvelere dönüşürlerdi. 

Bilindiği gibi İslam öncesi dönemde Mekke’de Mena, Ukaz, Zilmecaz, Mecenne gibi dört büyük panayır kurulurdu. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav), İslam’dan önce bu etkinliklere katıldığı gibi, İslam’dan sonra da ‘davet ve tebliğ’ maksadıyla bu toplantıları fırsata çevirmeye çalışırdı. 

Bu toplantılarda alışverişin yanında anlaşmazlıkların çözümü için hakemlik yapılır, şiirler ve güzel sözlerle kitleleri etkileyecek hitaplar gerçekleştirilirdi. 

Ekonomik maksatların yanında kimi şahıslar da bu etkinlikleri hakikati haykırmak için bir zemin olarak görürdü. Mesela Peygamber Efendimizin “Ümit ederim ki, Cenab-ı Hakk kıyamet günü ayrıca bir ümmet olarak diriltir” diye dua ettiği Kuss bin Saide, Ukaz panayırda yaptığı konuşmalarda “Yaşayan ölür, ölen fena bulur, olacak olur…” gibi sözlerle insanları uyarmaya çalışırdı. 

Köhnemiş düzene, köleliğe, statükoya, yozlaşmaya karşı hakikati haykıran bu tür kişiler tek başına bir ümmet gibiydi.

Sevgililer sevgilisi Allah Rasulü, müşriklerin çoğunluğu oluşturduğu bu toplantılarda korkmadan ilahi daveti yapar, “Ey millet, Lailahe illallah deyin, felahı bulacaksınız ve bu kelime-i şehadet sayesinde Arabistan’ın hâkimi olacaksınız” gibi çıkışlarla dikkatleri İslam’ın üzerine çekmeye çalışırdı. 

Bugün dünyada milletlerin bir araya geldiği sergiler, fuarlar, uluslararası toplantılar çok miktarda yapılıyor. Ama küresel düzenin çarpıklıklarına karşı hakikati haykıran tek başına bir ümmet pozisyonunda insanların sayısı çok az. 

Davos’taki Dünya Ekonomik Forum toplantıları gelişmiş ve geri kalmış ülkelerin temsilcilerini bir araya getirmek için bir zemin. Daha çok üçüncü dünya ülkelerinin temsilcileri bu zemini kendilerini göstermek, bir kısım temaslar kurabilmek için bir fırsat olarak görüyor ve çok önemsiyorlar. 

BM toplantıları da küresel güçlerin çok da önemsiyor görünmediği ama bir şekilde büyük devletlerle aynı zeminde buluşmak isteyen ülkelerin kullanmak istediği başka bir zemin. 

Artık önemi tartışmalı hale gelen ve biraz da sıradanlaşan bu toplantıları anlamlı kılmaya çalışan ise Türkiye’nin çabaları, Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın çıkışları oluyor.

Erdoğan’ın ‘one minute’ çıkışı, Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu toplantılarına bambaşka bir boyut kazandırmıştır. 

Erdoğan’ın her BM Genel Kurul konuşması devrim niteliğinde yansımalar buluyor.

‘Dünya beşten büyüktür’ çıkışı, BM’deki veto yetkisiyle tasallut oluşturan daimi üyelere adeta bir şamar niteliğindeydi.

Erdoğan hem etkisizleşen BM’yi yapısal dönüşüme zorlayarak, hem de sıradanlaşan toplantıları anlamlı çıkışlar yaparak farklı bir boyuta taşımaya çalışıyor.

Egemen güçlerle bir araya gelmeyi ‘yaranmacı’ bir tavırla değil, ‘hesap soran’ bir yaklaşımla değerlendiren Erdoğan’ın küresel statükoya karşı ses getirmeye çalışması çok anlamlıdır. 

Erdoğan, kimilerinin beylik konuşmalarla sembolik hale getirmeye çalıştığı bu toplantıları dünya halklarına seslenmek ve harekete geçirmek için bir fırsata çevirmeye çalışıyor.

Türkiye’nin önceki dönem BMGK geçici üyeliğine seçilmesi ise bu yaklaşımın boşa gitmediğini, birçok ülkenin Erdoğan’ın sergilediği ‘ahlaki duruş’tan etkilendiğini gösteriyor. 

Ümit ederiz Birleşmiş Milletler, Erdoğan’ın önerdiği yapısal dönüşümleri gerçekleştiren bir kuruluş olarak, dünya halklarının meseleleri konusunda somut adımlar atan, adil ve kalıcı barış ve refah için misyon üstlenen bir kuruluşa dönüşür.