Zor sürecin yönetimi

Suriye'yi görüyor musunuz? Münbiç'te gelinen noktayı? Rusya dedi ki: PYD Münbiç'i rejim güçlerine devretmeye hazır. Gördünüz mü? Amerika iş tutuyordu PYD ile Rusya da el uzatıverdi. Bizim açımızdan sorun çözülür mü Münbiç Esed'in eline geçince?

Suriye olayının başlaması aslında Esed sorunu ile ilgili değil miydi? Rusya “Esed'in arkasında ben varım” deyince, Amerika da “Esed'in devrilmesinin arkasında ben yokum” deyince, denklem allak bullak oldu. Bizim payımıza 3 milyon mülteci düştü, sonra? Sonrası mevcut kaos. Fırat Kalkanı ile işin içindeyiz, ama Amerika ile ne yapacağız, Rusya ile ne yapacağız, “Yarınki Suriye” ne olacak, her tarafı bir bilmece. Biz nereye kadar güç kullanacağız, bu süreçte kimlerle karşı karşıya kalacağız?

Olayın bir boyutunda bizim “Çözüm sürecimiz”in akamete uğraması, orada PKK'nın önüne “Suriye'de size alan açılıyor, hele orada ne olacağına bir bakın, silahları hemen bırakmayın” sufleleri var.

Bununla Amerika'nın Suriye'de PYD ile oynaşmasının alakası var. 

Suriye'de Esed'in ayakta kalmasının arkasında Amerika'nın, “Arap Baharı 'İslamcı yönetimler' getiriyor” yargısı var.

Oralarda Türkiye'nin “İslam dünyası” projeksiyonu ile Amerika'nın, belki Avrupa'nın hesapları arasında farklılaşma var.

100 yıllık parantezin kapanması söylemimiz var ya.

O parantezin inşacıları bugünün de etkin dünya güçleri ise işin sonunda hesaplaşmaya bunların tamamının katılmasını öngörmek gerekiyor.

Uzunca bir süredirmemleketin birçok yerinde“Türkiye ve İslam Dünyasında Neler oluyor? - Büyük Hesaplaşma” başlıklıkonferanslar veriyorum.

“Büyük hesaplaşma”tam da bu.

Bizim içerde yaşadığımız sistem planında “Normalleşme Süreci” tam da bununla ilgili.

Darbeler ve en son 15 Temmuz darbesi tam da bununla ilgili.

Adamlar, Mısır'da darbeci general Sisi'nin yanına Selefiler'i yerleştiriyorlar, bizde de “Dindar” bir siyasi kadroyu devirmek için “Dini zeminde oluşmuş bir yapı”yı devreye sokuyorlar.

Yazıp duruyorum, diyelim Körfez ülkelerine “İhvan-ı Müslimin”i “Hamas”ı terör örgütü ilan ettiriyorlar.

Türkiye'nin nükleer müzakerelerde arka çıktığı İran'a “Şii Hilali genişletme” muzunu uzatıp, Suriye'de Türkiye'nin tezleri karşısında oyuna sokuyorlar.

Mısır'da darbe yaptırdılar.

Suriye'de iç savaş çıkarttılar.

Irak hala kanıyor.

Suriye – Irak konusu çok çok yakından Türkiye'nin önüne bir “Güvenlik sorunu” çıkarıyor. Onun için Sayın Cumhurbaşkanı “Türkiye'ye yönelik güvenlik tehdidi her neredeyse onu orada karşılama”nın, “Yeni Güvenlik konsepti”miz olduğunu söylüyor.

Ama iş “Şurada şu tehdit var, gidip vurursak mesele hallolur” cinsinden yalın bir hadise değil.

Öyle ki şuraya kadar Amerika ile yürüyorsunuz, şurada o yürümüyor, sonra Rusya ile acaba olur mu diye bakıyorsunuz, aaa, bir de bakmışsınız Amerika'nın – Rusya'nın kuyrukları birbirine dolanmış... Esed sorunu olarak başlıyor, DEAŞ'la mücadele Esed'i dünyanın müttefiki haline getiriyor... Sonra hepsinin birden Türkiye'yi denetlemek gibi bir hesabın içine girdiğini görüyorsunuz. Acaba Barzani ile mi iş tutsak dediğinizde, “Barzani gelecekte neyi oynuyor?” gibi bir soruyu kafanızdan atamıyorsunuz.

100 yıllık parantezin kapatılması...

Türkiye'nin belirleyiciliği...

İç insicamın önemi. Onu korumanın önemi.

Güç muhasebeleri... İttifaklar, ayrışmalar ve bunların bizim stratejilerimiz içindeki yeri...

Taa rahmetli Özal'dan, Erbakan Hocamızdan beri yazıyorum. İslam coğrafyasında alt - alta üst - üste boğuşmalar yaşanıyor. Bir gün bir silah patlayacak ve birisi yere yığılacak. Birisi kaybedecek. En ön saflardayız. Kaybetmemeliyiz. Türkiye'nin kaybı bütün İslam dünyasının kaybıdır.

Belki de böyle bir kaygı, bugüne kadarki yönetim kadrolarını “çekingen” yapmıştır. Hatta bu yüzden “Atak hareketler” Türkiye'nin güvenliğine yönelik tehlike olarak kabul edilmiştir.

Bugün daha pro-aktif politika izliyoruz. Eski ABD Başkanı Bush'un“preemptive strike – Tehlikeyi önceden bertaraf etme”yi amaçlayan politikasına benzer bir yaklaşım.

Dileyelim gücümüz yetsin.