Zor Yıllardı

Hürriyet Gazetesi’nin ombudsmanı dün bir kere daha Erdoğan için attıkları ‘Muhtar bile olamaz’ manşetlerinden dolayı ‘özür dilemek’ yerine, ‘hukuki çerçeve’ içersinde tüm maddeler eşliğinde tatlı tatlı savunarak ‘o yılların-o dönemin’ ruhunu, şartlarını hatırlatarak “hukuken öyleydi ama canım, bir hukuksuzluk mu yaptık” kurnazlığına yatmış.

Gülümsedim. O dönemde yaptıkları gazeteciliğin hırtlığını, çakallığını anlatarak özür dileyecek halleri yok elbette.

Geçen hafta Perşembe günü işte o ‘Muhtar bile olamaz!” dedikleri ‘adam’  köşke çıktı. Hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin halk tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı unvanıyla görevi devraldı.

Peki, kolay gelindi bu sürece?

Asla.

Bundan dolayıdır ki, Yeni Türkiye derken tekrar tekrar geçmişi, geçmişte yaşananları hatırlatmak; kaderin ne olduğunu iyi anlattığını düşündüğüm ‘Rastlantının Böylesi’ filmindeki gibi bazen filmi geriye sarmak gerekiyor.

Hadi filmi 2007 yılı Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine doğru geriye sardıralım ve soralım.

Türkiye’yi siyasi bir krizin eşiğine getiren, toplumda kaos yaratan 367 Krizi sürecinin ve akabinde 27 Nisan e muhtırasının yaşandığı o günlere...

Hatırladıkça içiniz kararıyor değil mi?

Erdoğan liderliğindeki AK Parti 367 krizi karşısında, tıpkı geçmiş yıllarda olduğu gibi zoru görünce kaçan siyasetçiler gibi kaçsaydı ya da siyasi iradenin üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallanan bu güce ram olsaydı...

Ya da ya da...

CHP ve Ahmet Necdet Sezer’in ki çok güçlü argümanlarla Anayasa Mahkemesi’ne götürülen  ‘iptal davası’nı  ki o kadar güçlü argümanları tek tek çürüten o 81 sayfalık rapor olmasaydı.

O ‘raporu’ ve o ‘raportörünü’ hatırladınız mı?

Ben tam da bugünlerde, 28 Ağustos’ta ki bu tarihi dönemeçte hatırlamanın ahde vefa olduğunu düşünüyorum.

Aslında bana da hatırlatan, 81 sayfalık raporun raportörünün Cumartesi günü Akşam gazetesindeki köşesinde kaleme aldığı, kendisinden ise ‘Anayasa Mahkemesi tarafından görevlendirilen bir raportör” olarak bahsettiği  ‘Tarihsel süreç ve küçük bir hikaye” başlıklı yazı oldu.

Evet, o isim Osman Can.

Yazıyı okuyunca Osman Can’ı telefonla aradım. 

“Anayasa Mahkemesi tarafından görevlendirilen ve o dönemde linç edilen o raportör sen değil miydin? Başka birisinden mi bahsediyorsun?” diye sordum.

Evet, o raportör kendisiydi.

Vural Savaş’ından Cüneyt Arcayürek’ine, Fatih Altaylısı’ndan İsmail Küçükkayası’na kadar kurulan  ‘Osman Can kimdir korosu’ eşliğinde linç edilmeye çalışılan o isim Osman Can’dı.

O dönemde ne  ‘20 raportör arasından cımbızla çekilmiş AKP yandaşlığı’ kaldı, ne ‘DTP’ye yakınlığı’ ne ‘laik karşıtlığı’ ne de ‘aile mahremiyeti’...

Hatta İsmail Küçükkaya daha da ileriye giderek Osman Can’ın ‘darbe karşıtı bir sempozyum da’ ne işinin olduğunu sorgulayan bir yazı kaleme aldı.

Epeyce konuştuk, o zor günleri yad ettik.

İptal davası Tülay Tuğcu ve ardından Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nı vekaleten yürüten Haşim Kılıç tarafından Osman Can’a verildikten sonra günlerce Cumhurbaşkanının Türk anayasal düzendeki konumu ve Anayasa değişikliklerinin doğası üzerine derinlemesine araştırmalar yapmış.

81 sayfalık raporu hazırlamış.

Gündem yaklaştığında bazı üyelerden telefonlar almış, Can. Biraz ‘perdenin arkasından sessizce gülümseyen, mutlu olan’  birisi gibi canlandı gözümde Osman Can.

O günleri de yaşadıklarını da dün gibi hatırlıyor.

Can,  ‘Şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı. Raporda ortaya koyduğumu hukuki analiz ve argümanlar başka bir sonuca imkan veriyordu.

Anayasa Mahkemesi 5.7.2007’de gün boyu müzakere yaptı. Çok iyi bir görüşmeydi. Üyeler hem kendileri görüş üretmeye çalışıyordu. Hem de sıklıkla verilen araları değerlendirerek kendilerine yakın buldukları Anayasa Hukukçularına danışıyorlardı. Erdoğan Teziç, Necmi Yüzbaşıoğlu ve Ergun Özbudun bu isimlerden öne çıkanlar. Ancak bu görüşler rapordaki argümanları çürütemedi ve Mahkemedeki iptal eğilimi zayıfladı. Nihayetinde iptal isteyenler beşte kalmışlardı.

Burada unutmadığım bir husus da, bir siyasetçinin kararın açıklanmasının hemen ardından bana ulaşarak, “iki defa yüzümü yıkadım, inanamadım, nasıl oldu da iptal edilmedi” demesiydi.

Değerli bir üyemiz de aradan bir zaman geçtikten sonra bana söylediklerini unutamam: “Osman Bey, hatırlarsanız Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin anayasa değişikliklerini görüşüyorduk ve sık ara veriyorduk. İşte o aralarda ben de ... Hoca ile görüştüm. Sizin görüşünüzün aksini kanıtlayamadı. Ben yine de iptal yönünde oy kullandım. Ama bu durumu bilmek hakkınız!”

*   *     *

Telefonda konuştuklarımızı yazmak istediğimi ve bu ‘kişisel hikâyelerin’ anlatılmasının, tarihsel sürece nasıl gelindiğini ortaya koymak açısından önemli olduğunu ve mutlaka paylaşmak gerektiği konusunda kendisini ikna ettim.

Can “Tamam, ama ‘o ismi’ yazma sadece ‘önemli bir siyasetçi’ demen kaydıyla yazabilirsin”, dedi.

Gerisini de bu akşam “Söz Bitmeden” de konuşacağız Osman Can’la...

Belki o siyasetçinin ismini de söyler!