Zülfü Lîvâneli bir sahne arkasýnda Ýspanyol dansçýlarýn ve CHP’li zâbýta memurlarýnýn tâcîzine uðramýþ.
Milletçe verilmiþ sadakamýz varmýþ ki olay kan dökülmeksizin yatýþmýþ. Yanýlmýyorsan biraz hýrpalamýþlar sâdece.
“Kapý Yoldaþým” Orhan Miroðlu dün sütûnunda telâþla “ya kaybetseydik!” faslýndan hayýflanýyordu. Bilgi eksikliði diyelim. Bana sorsaydý öyle kolay kolay kaybolacak türden bir insan olmadýðýný anlatarak kendisini teskîn ve tesellî edebilirdim.
Ýdmanlýdýr.
“Zaman”dan Aziz Meslekdaþým Turan Alkan ise “Fâciâ”yý ucuz atlatdýðýmýz için ne kadar sevinsek az olduðu meâlinde güzel ve ufuk açýcý bir yazý kaleme almýþ ve bence çok iyi etmiþdi. Bu metin, en azýndan benim üzerimde, ferahlatýcý bir etki uyandýrdý.
Mahviyyâne kanaatimce de cemâaten þükür namazýna durmamýz “farz” oldu desek yeridir.
Gerçi 76 milyonluk bir cemaati ihâta edebilecek câmî bulmak kolay olmasa da bunun yerine, saatlerimizi ayarlayarak yurd çapýnda ve ayný anda rükû’a varma usûlüyle bu problemi halledebiliriz.
Namaza baþlama âný konusunda ise “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nden yardým taleb edilebilir.
Öte yandan bu haber dudaklarýmda belli belirsiz bir tebessüme de yol açdý. Eski günlere, tâ 1970’lere uzandým muhayyilemde...
O zamanlar arkadaþdýk. Almanya’da televizyon programlarýna çýkmasý ve konserler verebilmesi mevzûlarýnda kendisine yardým ediyordum. Kendisini Almanya’da ilk defâ televizyona çýkaran ve “die Zeit” adlý gazete için ona dâir ilk yazýyý kaleme alan da zâtenben’im.
Ara sýra onun için þarký sözleri de yazardým. “Günlerimiz” yâhut “Alamanya Beyleri” þimdi þimdi ilk aklýma gelen iki titr...
Bu konserlerde severek uyguladýðý ve nasýl becerdiðine hep hayran kaldýðým numaralarýndan biri, tam o devir için “netâmeli” þarkýlarýndan birine baþladýðý vakit seyircilerden “bâzýlarý”nýn huysuzlanmasý ve buna karþýlýk diðer “bâzý” seyircilerinse o huysuzlananlara huysuzlanarak onlarla atýþmasýydý ki Avrupa’da yayýnlanan Türk gazeteleri için “asýl” haber de tabii bu olurdu.
Mâlûm, reklamýn kötüsü olmaz. Üstelik dinleyicileri “ateþleyen” sanatçý olmak da cabasýydý.
Bir seferinde bir tv çekimi için ben de oradayken gâyet müeddebâne oturan seyirciye dönerek ansýzýn “Ne o öyle? Bach konserinde oturur gibi oturuyorsunuz!” dedi ve arkasýndan iki dakîka içinde salon muhârebe meydanýna döndü.
Ertesi günü de gazetecileri toplayýp “þikâyet” etmiþdi.
Hazýr açýlmýþken:
Zülfü’nün o “erken” bestelerinde zülf-ü yâre dokunacak sözler az deðildi. “Uzatmalý itinbiri Yusuf’u gafletde vurmuþ” falan gibi...
Ama daha sonra bir yazýmda bu eski eserlerden bahsetdiðim için ondan esaslý bir de zýlgýt yemiþdim.
“Ben unutturmak için onca gayret sarfediyorum, Sense yine hatýrlatýyorsun!”
Merdce deseydi ki “Ben o zaman öyle düþünüyordum. Þimdiyse bu kanaatlerimideðiþtirdim. Artýk Deniz Gezmiþ’in filan asýlmasý kesilmesi beni ilgilendirmiyor.”
Eh, insanlar kanaat deðiþtirebilir. Ama mâzîyi halýnýn altýna süpürüp bundan haberi olmayan arkadaþlarýna da fýrça çekmek biraz tuhafýma gitmiþdi. Üstelik plaklar, kasetler ortadaydý hâlâ...Neyi halýnýn altýna süpürüyorsun?
Neyse, bu Zülfü bahsi uzundur; açýldý mý bitmek bilmez. Kesmediyse “Ömrümün Ýlk 65Yýlý” diye bir kitabým vardýr. Piyasada kaldýysa orada mufassal bir Z.L. bölümü bulabilirsiniz.
Zülfü bir vak’adýr.