Bu yazıyı yazarken bir yandan Erdoğan övgücüsü gibi görünme kaygısı ile diğer yandan hakkın teslimi sorumluluğu arasında gelgitler yaşadığımı itiraf etmeliyim.
Ancak kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor.
Neden Türkiye'yi alev alev yakamadılar?
Bölgemizdeki ateşi üstümüze salamadılar.
Bizi çok sevdikleri, halimize acıdıkları için değil elbette;
İçimizdeki körükçü başlarına rağmen, Atatürk'ün deyimiyle iç ve dış mihraklar iş başında olmasına rağmen başaramadılar.
Ben kendi adıma size biraz mübalağalı gelebilir ama başımıza gelen onca badireden sonra ülkemizi bazen evliyaların koruduğunu düşünüyorum.
Mazlumların duasının ülkemizi ayakta tutan çelikten bir destek olduğuna inanıyorum.
Türkiye daha önceki birçok sınavda olduğu gibi Suriye sınavından da alnının akıyla çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Erzurum'daki gençlik buluşmasında söylediği bir cümle aslında milletimizin en kıymetli sırrı...
Bu sır, Erdoğan'ın "Zulüm en büyük hasmım. En son Suriye'de yaşananlar bunun açık bir örneğidir. Milletimiz tarih boyunca zulme açık kapı bırakmamıştır" ifadesinde vücut buluyor aslında.
Elbette, komşuda yangın olduğunda alevi olmasa da dumanı bize de ulaştı... Bedel ödemek durumunda kaldık. Kimi zaman yüreğimiz yanarak izledik. Kimi zaman ateşi söndürmek için elimizden geleni yaptık.
Bir çırpıda aklıma gelenleri sayayım isterseniz, Katar'a Körfez Ablukası'nın kırılması, Rusya-Ukrayna Tahıl Koridoru anlaşması, Karabağ'ın işgalden kurtarılması, Libya'da huzurun sağlanması, Ankara'daki Rusya ile ABD'nin casus takası ilk aklıma gelenler.
Yazıya başlarken bir hakkın teslimi için bu yazıyı yazıyorum demiştim.
Bu yüzden bugün en azılı muhaliflerinin bile Türkiye için geceli gündüzlü çalıştığını kabul ettiği Erdoğan'ın aslında ömrünü bu ülke ve mazlumlar için harcadığını da görmek gerekiyor.
Kurtlar sofrası denilen uluslararası ilişkiler alanında bilge bir lidere sahip olmanın kıymeti zor zamanlarda daha iyi anlaşılıyor.
Hele de CHP Genel Başkanı Özel'in Erdoğan'ı kastederek "Bizimkinin dünyadan haberi yok" dediği günün akşamında ABD'nin seçilmiş Başkanı Trump'ın "Suriye'nin anahtarı Türkiye'de. Erdoğan çok güçlü bir ordu kurdu. Çok akıllı bir lider. İyi anlaşıyoruz" açıklaması yaptığı bir zamanda.
AB Konseyi Başkanı Leyen'in "Suriye'de büyük iş başardınız" dediği düşünüldüğünde... Özel farkında değil ama dünya Erdoğan'ın farkında. Ben bu satırları yazarken Erdoğan, Lübnan Başbakanı Mikati ile görüşüyordu. Daha sonra Mısır'a gitmek için yolda olacak.
Dönecek Mardin ve Muğla'da etkinliklere katılacak.
Yani gece gündüz çalışmaya devam edecek.
Takdir milletin elbette...
PYD'Yİ SATAN SATANA
"Coni Sofrası" da kurtaramadı.
PKK'nın Suriye kolu olan terör örgütü PYD zorda.
PYD elebaşı Ferhat Abdi Şahin'in sırtını ABD'ye yaslama planı tutmadı. Fırat'ın doğusunda ABD'nin SDG'yi süslemek için kullandığı irili ufaklı gruplar peş peşe açıklama yapıyor. Devrimin ardından Suriye Ordusu'na katılacakları, terör örgütü PYD'yi terk ettiğini duyuruyor. PYD'nin "Türk delegasyonunun baskısı sebebiyle ABD'nin çabaları işe yaramadı" açıklaması meseleyi özetliyor.
Türkiye için PYD stratejik bir hedef üstelik bu süreçte PYD'yi PKK da sattı. PKK elebaşı Murat Karayılan, Suriye'de biz yokuz açıklaması yaptı. Yani Kandil yönetimi ile PYD yönetimi arasındaki kavga da artık iyice belirginleşti. Karayılan'ın açıklamasının birkaç sebebi var aslında.
Biri Rakka'da "Coni sofrası" kurup, CENTCOM üstünden güç göstermeye çalışan PYD elebaşı Ferhat Abdi Şahin'e haddini bildirmek. Bir diğeriyse hatırlarsanız Türkiye Irak'ta Pençe Kilit Harekatı'nı yaparken terör örgütü PKK Suriye'deki teröristleri Irak'a desteğe çağırmış ancak PYD destek göndermemişti. Bu yüzden Kandil yönetimi şimdi rövanş alıyor gibi görünüyor. Ancak Kandil şu durumunda da farkında Suriye'de dengeler öylesine değişti ki Kandil'e kaçan PKK'lıları Suriye cephesine göndermek çözüm olmayacak. Zira Tel Rıfat ve Münbiç'ten kaçan teröristlerin durumu çözülme ve dağılma sürecinin en dikkat çeken işaretleri. Yani bir başka deyişle terör örgütünün tasfiye süreci işlemeye devam ediyor. PKK bu süreçte PYD yönetimini yalnız bırakarak bir anlamda sırtını dönüyor... Yani SDG çatısı altındaki irili ufaklı örgütlerden sonra PKK'da Ferhat Abdi Şahin'i terk ediyor gibi görünüyor. Tabi bizim açımızdan onların ne yaptığı değil, bizim ne yaptığımız önemli... Türkiye hem Suriye hem de Irak'ta teröristleri vurmaya devam ediyor. Biraz sabırlı olun lütfen zira "Terörsüz Türkiye, terörsüz Suriye, Irak" sisteme yükleniyor...
BUNU DA BAŞARDIK
Fotoğrafı görünce aklıma Muavenet gemisi ve şehitlerimiz geldi.
Hey gidi günler hey!
Yıl 1992...
Ege'de NATO Kararlılık Tatbikatı yapılıyor.
MUAVENET adında bir gemimiz var.
Aslında bu adı taşıyan üçüncü askeri gemimiz.
İlkini Almanlara inşa ettirmişiz.
İkincisini İngilizlere.
Miadını doldurunca 1960 yılında hurdaya ayırmışız.
1971 yılında ABD diyor ki.
"Bizde US Gwin gemimiz var. Size verelim."
"Tamam" diyoruz.
1942 yapımı gemiyi alıyoruz.
MUAVENET 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'na katılıyor.
İş de görüyor.
1992 yılına geldiğinde 50 yaşındaki geminin yerine yenisini almayı düşüyoruz.
Tekrar Almanlara inşa ettirmek üzere harekete geçiyoruz.
Ancak ABD "bizden verelim" diyor...
İstemiyoruz.
Çünkü ABD'nin vereceği gemi hem pahalı bakımı masraflı hem de eski türden...
İşte bu tartışmaların yaşandığı günlerde NATO tatbikatı gerçekleşiyor.
Ege açıklarında yapılıyor.
Tatbikatta ABD gemisi USS SARATOGA da görev alıyor.
Bu gemiden tatbikat esnasında iki füze fırlatılıyor.
Bir değil iki...
SEA SPARROW füzeleri hedefini "tam isabetle" vuruyor.
Hedef bizim MUAVENET gemimiz.
Gemi Komutanı dahil 5 askerimiz şehit oluyor...
20 askerimiz yaralı.
Coniler "Sorry" diyorlar. Bir kaza oldu, kusura bakmayın.
Bakmıyoruz, bakamıyoruz.
Çünkü kazara olma ihtimali milyarda sıfır. 6 ayrı kişinin onayından geçip, 6 farklı kodla hedef belirlenip ateş emri verilen iki füzenin bir hedefi tam isabetle vurmasının kaza olmadığını biliyoruz.
Tazminat veriyor ABD'liler...
Para değil elbette.
Almak istemediğimiz, bakım masrafı yüksek, daha iyilerini alacağız diye reddettiğimiz Knox sınıfı o gemiden 8 adet veriyorlar.
Biri hibe diğerleri parasıyla.
Yeme de yanında yat...
Hala o bakım masraflarını karşılıyoruz bu arada.
Atsan atılmaz satsan satılmaz durumu...
Bu "kazadan" 32 yıl sonra...
Savunma Sanayimiz bırakın fırkateyn filan almayı;
Bir dönem denizcilik imparatoru olan
Portekiz'e kendi ürettiğimiz savaş gemilerini satıyor.
Türkiye'nin, Avrupa Birliği ve NATO üyesi bir ülkeye, ilk kez askeri gemi ihracatı yapmanın haklı gururunu yaşıyor.
Sorsan "hamaset" derler, "yandaş" diye yaftalamaya çalışırlar.
Desinler.
Diyenler yanan otobüsleri söndüremezken...
Atı alan "Türkiye" Üsküdar'ı çoktan geçti bile.
Buna sevinemeyenlere dert olsun...
Sevinenler için de izlemek gururlanmak için videosunu hemen buraya bıraktım.