Þair Attila Ýlhan; ''Ýstanbul'un siluetinden minareleri çýkarttýðýmýz taktirde onun herhangi bir Avrupa kentinden farkýnýn kalmayacaðýný' söyler. Ýstanbul, ancak minareleriyle Ýstanbul'dur. Camilerimiz, Ýstanbul'un mühürleridir...
Uzun yýllarýn hayali ve aslýnda gereksinimi olan Taksim Camii'nin kapýlarý, çok þükür ki, en sonunda açýlabildi. 1950'lerden itibaren ha kuruldu ha kurulacak bir beklenti olan, her seferinde siyasi engellere takýlan, kah CHP'nin kah sýkýyönetim darbelerinin mani olmasýyla yapýmýna bir türlü baþlanamayan Taksim Camii nihayet þerefelerinden taþan tekbirlerle 'Ýstanbul'un orta yeri'nde arzý endam etti...
Taksim'de Aða Camii (yapýmý 1956) ile Ýstiklal'in baþlangýcýndaki küçük minareli mescitten baþka cami olmayýþý, büyük bir ihtiyacýn karþýlanamayýþý anlamýndaydý. Özellikle Cuma günleri, cuma namazý kýlanlarýn karda yaðmurda, cadde üzerine taþan görüntüsü, tarihi mirasýyla düþünüldüðünde, Ýstanbul'a hiç yakýþmýyordu. Artýk caddelerde, ara sokaklarda deðil, caminin içinde kýlýnacak namazlar. Çok þükür!
Cami açýlýþýnda sýk sýk yapýlan 150 yýllýk hasret vurgusunu da çok önemsiyorum ve bunun Gezi provokasyonlarýna rövanþist bir hedef gösterme olduðunu söyleyenlere de teessüf ediyorum. Medeni hatta kültürel bilinci olmayanlar elbette gündelik siyasetlere has toy tepkiler verir, ama bu '150 yýllýk hasret' vurgusunu çözümleyebilmemiz için ruhumuzu biraz tarih içinde gezindirmemiz gerekiyor.
1921'in sisli puslu Pera'sýnda yürürken Aða Camii'nin yapayalnýzlýðýný anlatan Nazým'ýn þiirine kulak vermelerini tavsiye ediyorum akýllarýna hemen Gezi rövanþý gelen arkadaþlara. ' Bu imansýz muhitte öyle yalnýzsýn ki sen / Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!' diye haykýrýyor Aða Camii'nin ve aslýnda kendi yalnýzlýðýnýn sýzýsýyla... Pera, Osmanlý hatýrasý/hafýzasýnda Ýstanbul'un iþgaline alkýþ tutanlarýn mekanýdýr, Galata bankerlerinin mekanýdýr, yabancý misyonlarýn, diplomatlarýn, rütbelilerin, ecnebilerin hülyalý, kafasý dumanlý mekanýdýr. Hatta bunun izlerini Peyami Safa'nýn, Cumhuriyetin ilk yýllarýný anlatan ''Fatih-Harbiye'' adlý romanýnda da Nazým'ýn hislerine paralel þekilde okuyabilirsiniz...
Bu gerilimlerin daha da arkasýnda, 1878'de imzalanan Ayastefanos Antlaþmasý yatar. Bu antlaþmayla, Ruslar, Osmanlý Devletindeki Slavlarýn ve Ortodokslarýn hamisi pozisyonuna gelmiþlerdi. Ýsmini; Hristiyanlýk inancýndaki 'Baba-Oðul-Kutsal Ruh' üçlemesinden alan Aya Triada Kilisesi 1880 yýlýnda Rusya'nýn da destek ve tazyikiyle tamamlanmýþtý. Taksim'in en görkemli mabedi olarak, simgesel anlamý büyüktü...
Fernand Braudel, ''uygarlýklarýn grameri' adý altýndaki ders notlarýnda, bir medeniyeti kuran iki büyük tavýrdan bahseder; meydan okuma ve karþý koyuþ þeklinde özetleyebileceðimiz bu tavýrlar olmasa, insanlýk birikimi kurulamazdý der... Üç kýtada hükümranlýk süren Osmanlý Devleti'nin baþkentinde böylesine görkemli bir Kilise'yi, üstelik de bir savaþ hezimeti olarak inþa ettirmek, Rusya Ýmparatorluðu ve Hristiyan Uygarlýklar adýna kuþkusuz büyük bir meydan okumaydý...
Ýþte 150 yýl aradan sonra, Tayyip Erdoðan siyasetine dair mekan poetikasýnýn en görkemli eserlerinden birisi olarak Taksim Camii-i Þerif'i de; Türkiye açýsýndan milli, Ýslam uygarlýðý açýsýndansa dini bir karþý meydan okuma, güçlü bir savunma, deðerli bir cevaptýr...
Hem Anneannem hem Babaannem için camiler, sadece ibadet edilen yerler deðildi, onlar gibi tüm Rumeli muhacirleri için cami, vatan demekti. Güvenli bir sýðýnak, baþlarýný sokabilecekleri bir vatan hatýrasýydý camiler onlar için. Memleket demekti. Geride aðlayarak býraktýklarý, sürüldükleri, çýkartýldýklarý yurtlarýnýn yadigarýydý vardýklarý camiler...
Allah Teala camilerimizin minarelerinden Tekbirlerimizi hiç eksik etmesin...