‘6 Ahbab Çavuş'un ‘sihirli ayna'ya bakıp söyledikleri…

Ortaokul yıllarında okuduğum bir masal vardı. Bir prenses, sihirli bir aynaya bakıp,

'-Ayna, ayna!' söyle bana. Dünyanın en güzeli ve en akıllısı kim?' diye sorar ve her defasında da aynı cevabı alırdı:

-Dünyanın en güzeli ve akıllısı, muhakkak ki sensin!'

İnsan davranışlarında tabiî olan, kişinin kendisini, bir takım meziyetleri ve noksanlarıyla tanıması ve durumunu kabul etmesidir. Ama, kişinin kendi kendini yüceltmesi veya aşağı görmesi felâket derecesine de varabilen bir anomali halidir.

Kendisini insanlara, 'Ben sizin Rabbinizim.' diye tanıtan fir'avunlar her zaman olmuştur. Onlara karşı, Enbiyaullah (ilâhî Peygamberler) insanlara, hep güzel ahlâk örneği olarak gönderilmiş ve onlar da insanlara, güzel ahlâklı olmayı öğretmişlerdir. İsrâ Sûresi -37'de de, -meâlen- 'Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen ne yeri delebilir ve ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.' hatırlatması yapılır. Ama bazı 'megaloman' (kişinin kendisini büyük görmesi şeklindeki ruh hastalığına mübtelâ) tipler, 'alçakgönüllülükte bile bir alçaklık vardır!' gibi ölçüsüz sözler edebilmişlerdir.

Bir Prof. vardı, bir meslektaşı için, 'Ben onu lise yıllarından beri tanırım. 'O, kimsenin kendisinden daha akıllı olduğunu kabullenmez ve dünyada ikna edemeyeceği kimsenin olmadığına inanırdı.' iddiasında bulunmuştu.

Bu gibi tipler her zaman olmuştur. Hele de, siyaset ve sosyal sahnede çok gözükülen benzeri mesleklerde olanların, gücü ele geçirmek ve güçlü görünmek, iddialı olmak açısından, diğer insanlardan çok daha ihtiraslı oldukları genelde kabul edilir. Bu, biraz da sahne ışıklarının üzerlerinde yoğunlaşmasından kaynaklanır.

*

Bu durumu bugünlerde daha net olarak görmek mümkün olabiliyor. Hattâ, şu veya bu şekilde geride kaldıklarını veya yenik duruma düşürüldüklerini düşünen siyasetçilerin nerelere sürüklendikleri de görülüyor.

Bu konularda başka siyasetçileri anlayabiliyorum, ama kendileriyle 'aynı değerler çeşmesinden su içtiğimizi' düşündüğümüz kimselerin bu noktalara sürüklenmesi içimizi acıtıyor.

Bunlardan iki isme bilhassa değinmek istiyorum. Temel Karamollaoğlu ve Ahmed Davudoğlu.

Şahsen, bu iki ismin eskiden içinde bulundukları büyük sosyal kesimi aldattıklarını, gerçek yüzlerini maskeleyip o büyük kitleleri kandırdıklarını düşünmüyorum.

Geriye kalıyor, ya, siyasî gelişmeleri okumak zaafımız olduğu iddiası; ya da, o isimlerin bu zamana kadarki aslî kimliklerinden sapmalara uğradıkları söz konusudur. İhtimal ki, bu ikinci şıkkın gerçekleştiği durumuyla karşı karşıyayız.

*

Hele de, dün, İsveç'in başkenti Stokholm'da PKK teröristlerinin ve tarafdarlarının, Başkan Erdoğan'ın maketini çılgınca gösterilerle yerlerde sürümeleri, hakaretâmiz pankartlar taşımaları karşısında, düne kadar birbirlerini aynı dâvanın neferleri olarak gören bu iki ismin, bugün, PKK'nın parlamentodaki uzantılarını ve onların dayandığı seçmen kesimlerini kızdırmamak için tek kelime etmeyişlerini aynı değerlerden gelmiş olmak iddiasıyla bağdaştırmak mümkün gözükmüyor.

Halbuki saldırıya uğrayan, her şeyden önce, Tayyib Erdoğan'ın şahsı değildir ve o, bu gibi saldırılara da pek aldırmaz. Ama bu saldırının hedefin, bütünüyle bu ülkedir ve bu ülkenin kesin ekseriyetiyle seçilmiş lideridir, 'Başkan'ıdır.

Ama bırakalım, başka siyasî oyuncularını, ama Karamollaoğlu ve Davudoğlu'nun bu konuda suskunluğa gömülmelerini anlamak, geçmişte onlarla aynı değerlere sahib olanları derinden yaralayan bir durumdur. Yazık ki, bu gibi arkadaşların gözlerini ihtiraslar bu kadar bürümüş, kör etmiş.

*

Evvelki akşam, HT ekranlarında Davudoğlu'yla yapılan bir mülâkatın son kısmına yetişebildim.

Davudoğlu, son günlerde, '6'lı Masa' adına diyerek ortaya attığı ve kendilerinin seçtireceklerini düşündüklerini ileri sürerek, aday gösterecekleri C. Başkanı'nın seçilmesi durumunda o kişinin önemli ve stratejik konularda alacağı kararlarda, C. Başkanı'nın imzasıyla, '6'lı Masa'daki liderlerin imzalarının da aynı yetki ve yaptırım gücü olacağını söylediğinden beri daha bir gündemde.

Çünkü bir ucûbe Devlet Başkanı heykeli yontmaya çalışıyor.

Davudoğlu, o sözlerine ki '6'lı Masa'dan itiraz gelmediğini söylüyor ve yeni açıklamalarını sürdürüyordu. Buna göre, '6'lı Masa'daki Parti liderleri, adayları C. Başkanı seçilirse, C. Başkanı Yardımcısı olarak vazife alacaklarmış. Her Parti'ye bir Bakanlık verileceğini ve diğer bakanlıklar da '6'lı Masa' partilerinin oylarına göre taksim edilecekmiş.

Yani, bu durumda, Davudoğlu, en azından kendisi C. Başkanı Yard. olacak, 1 Bakanlık da elde edecek.

'Kılıç kana değince, kırılmadıkça yeni kan ister.' derler ya. İktidar da öyle galiba.

Gittiği yerlerde insanların kendisine 'Başbakanım.' dediklerini hatırlatan Davudoğlu, 'ülkeyi enkazdan kurtarmak için yola çıktıklarını' söylüyor.

1960'lardan beri yaşanan bütün iç siyasî sahneleri gözlemlemeye, anlamaya çalışmış birisi olarak, asıl onların söylediklerinin, ülkeye korkunç bir enkaz getireceğini belirtmekten kendimi alamıyorum.

1961-65, 1973-80 ve de 1989-2002 arasındaki '2'li- 3'lü- 4'lü koalisyonlar dönemlerinin ülkeye neye mal olduğunu bilenler, Davudoğlu'nun, sırf iktidarın bir kenarından tutunabilmek uğruna ciddî ciddî dile getirdiği bu tekliflerini hayretler içinde seyrediyorum.

Hattâ, kendisi bile, 'seçtirdikleri C. Başkanı, '6'lı Masa' liderlerinden oluşacak Yardımcılarıyla zıdlaşırsa, Meclis desteğini kaybedeceğinden, kriz çıkar ve seçimin yenilenmesi durumu ortaya çıkar.' diyor.

Karamollaoğlu ise, '6'lı Masa' liderlerinin, 'C. Başkanlığı Üst Konseyi' oluşturacaklarını söylüyor.

'Yerden göğe küp dizseler,

Birbirine berkitseler,

Alttakini bir çekseler,

Seyreyle sen gümbürtüyü.'

desek, o gümbürtünün, yıkıntının altında kalacak olan da, yine ülke ve millet olacak.

*

Siyaset yapmak ilginç siyasî oyunlar kurdukları düşünülen KK Bey ve Meral Hanım'lar ve diğerleri için, Davudoğlu'nun, onların 'siyasî parti liderleri olarak düşünülmemesi' gerektiğini belirtip, 'Arkadaş olduklarını, aynı sancıyı çekiyoruz. 6 liderin imzaları da eşit olacak.' demesi ve ileride iktidara geldiklerinde, 'Bazılarından hesap sorulacağı' lafları etmesi karşısında, yollarının nasıl olması gerektiğini herkes kendi içinde belirler.

Kendi adıma, 'Eğer, hedefleri gerçekleşirse, bütün kazanımlar, KK Bey ve Meral Hanım'ın -iman derecesinde- bağlısı oldukları resmî ideoloji'nin azgınlığının geri döneceği açık olacağından, yazık!' derim.