‘Ahh, bu siyasetten…' denilse bile, siyasetsiz de olmuyor

Yine var mıdır, bilmiyorum; eskiden, Anadolu kasabalarında, orta halli ailelerin misafir odalarında, ellerinde kahve fincanları olan kadın resimleri işlenmiş duvar halıları olurdu; Arap alfabesindeki, -hat san'atının sergilendiği- harflerle yazılmış bir cümle yazılı.. 'Âhh, min'el-aşq'

Bu ibare, 'aşq'tan, âhh..' demekti ve pişmanlığı ifade ediyordu.

Bu sözün 'Âhh, min'es-siyâseh..' şeklinde telâffuz edildiğini de işitmişizdir.

*

Siyâset/ (veya Grekçe) politika, genel olarak devlet'i veya insan toplumlarını idare etme san'atı olarak tarif edilir. Ama, at terbiyecilerine de 'seyis' denir ki, siyasetle aynı kökten gelir..

Dahası, Osmanlı tarihinde savaşlar anlatılırken, 'Bugün yaman siyâset oldu..' kaydına rastlanırsa, bu ifade, 'binlerce kellenin uçurulduğu' mânâsına gelir.

Yani, siyâset' kelimesinin kullanılması da, siyâset yapılması kadar netâmeli mânâlara gelebiliyor.

*

Siyasetle ilgilenmeye başladığım ilk gençlik yıllarımdan beri, bir çok siyasetçileri tanıdım, sonunda, 'Ahh, min'es-siyaseh..' (siyasetten, âhhh..) diyen çok kişiyi tanıdım ki, ya oynadıkları, ya da kullanıldıkları oyunları anlatırlardı.

*

Şahsen de siyasete aktif olarak katılmış mıydım?

Biraz kıyısından, bir defa, evet.. Konumuzla ilgisi olduğundan özetlemeliyim.

*1972 yılında günlük yazılar yazmaya başladığım 'Bâb-i Âli'de SABAH' gazetesinde, zamanın C. Başkanı Korutürk'ün 1973 sonlarında, 'Müslümanlara saldırdığı bir konuşması'na karşılık, 'Korutürk ve Din anlayışı..' başlıklı bir yazı yazmıştım. Ondan dolayı dâva açılmıştı, TCK -163. maddesine aykırılık iddiasıyla.. Devletin kısmen dahi olsa dinî esaslara göre yönetilmesi için, matbuat yoluyla propaganda yapmak suçlamasıyla..

Yani, hakaret filân da söz konusu değildi; sadece inancımın ve düşüncelerimin gereği olanları yazmıştım.

İfademi almak için Sultanahmed'deki Adliye binasına çağıran yaşlı bir savcı, 'Yav evlâdım, pek de gençmişsin.. Bana kalsa, dâva açmayacağım, ama, Ankara'dan emir geliyor; n'apayım!' demişti.

*

Bu arada, 1975'in başından itibaren, Erbakan Hoca'nın dâvetiyle Millî Gazete'de yazmaya başlamıştım.

Hakkımdaki dâvâ ise, kısa bir yargılama sonunda, 15 aylık bir hapis cezası kararı verilmişti. (Yargılandığım Ağır Ceza'nın reisi olan hâkimi, (şimdi, Sultanahmed Tramvay Durağı'nın hemen yanındaki) Firûzağa Mescidi'nde Cuma namazlarında gördüğümü de belirtmeliyim.)

Verilen ceza, Temyîz'de de hemen tasdik olunmuştu.

Ama, beni bir türlü bulamıyorlardı.. Belki de, (merhûm) Erbakan'ın MSP'sinin katıldığı koalisyonlarda İçişleri Bakanlığı'nın MSP'nin elinde olması etkiliydi, bu bulunamayışta.. Oralı bile olmuyordum.. Bir gürültü koparmıyorduk, inandığımız değerlerimizi, kesin doğrularımızı -karınca kararınca da olsa- savunmak yolunda, mahkûm olmakta, benim nasibime düşen, basit bir hapis cezasıydı.. İnandığımız değerlerimize bağlı kalmak yolunda canını vermiş geçmiş kahramanların yanında benimki bir hiç idi. Bu hususta gürültü koparmayı, inancımıza saygısızlık sayardık..

*

1977 seçimleri öncesinde, başta rahmetli Sedat Yenigün olmak üzere, (daha sonra ANAP'ta ve AK Parti'de m.vekilliği yapan bir kardeşimiz ' ve birkaç arkadaş, beni bir akşam alıp götürdüler, Yeşilköy taraflarında, Tıp Profesörü olan bir Müslüman ağabeyimizin evine..

Sohbet çeşitli konularda ilerdedikçe sonunda, ev sahibi dedi ki: 'Kardeşim, seni fedâ edemeyiz.. Seni İstanbul'dan m.vekili adayı olarak göstereceğiz, MSP'den! Sana karşı çıkan kimseyi de duymadık.. Ve böylece, o hapis cezasının uygulanmasını da durduracağız..'

Beklemediğim bir teklif söz konusu ediliyordu.

(Şimdi hayatta olmayan) o ev sahibine dedim ki, 'Ağabey, ilginize teşekkür ederim, amma.. Âdeta, inandığım değerlerin karşılığını devşirmek gibi bir görüntüden utanırım, bu ilk konu.. İkincisi de, siyasete atılanların çoğundan işittiğime göre, aday olmak için ve aday olunduğunda da seçilebilmek için, insanlar, varlarını- yoklarını harcıyorlarmış. Benim, bu yolda harcayacak tek kuruşum bile yoktur..'

*

O Prof. ağabeyimiz, Erbakan Hoca'ya zaman zaman eleştiriler de yapıyordu, kendi aramızda, bunu biliyordum. Bana, 'Selahaddinciğim, sen o konularla meşgul olma.. O harcamaları '..... Bey' karşılar..' deyince şaşırmıştım.

(Şimdi hayatta olmayan) o , '... Bey' dediği isim, o sıralarda, yüksek tirajlı ve muhafazakâr sayılan bir gazetenin patronu idi ve ömrümde onunla hiç karşılaşmamış, onunla fikrî bir yakınlığım olduğunu da düşünmemiştim.

Bu yolla, Erbakan'ın partisinin içinde, kendilerine yakın bir isim bulundurulmak istenmiş de olabilirdi.

Ve 'Hayır!..' dedim..

Haziran-1977 ortasında seçimler yapıldı.. MSP, 48'den 24'e düşmüştü..

Ecevit'in partisi ise, tek başına iktidara gelemediyse bile, birinci parti durumuna gelmişti. Korutürk, Hükûmet'i kurma vazifesi'ni Ecevit'e vermiş ve kurduğu hükûmet de hemen işbaşı yapmıştı. Ve 3 yıldır bulunamayan ben, Ecevit Hükûmeti'nin kurulması üzerinden 1 hafta geçmeden, Temmuz- 1977'nin ilk haftasında bulunup hapse atılmıştım. Matbuatta tek itiraz yoktu. Çünkü, Ecevit'in aleyhine olurdu.. Ama, Ecevit, güvenoyu alamamış ve iktidarı sadece bir ay kadar sürmüştü.

Ama, biz hapiste devam ediyorduk.. Üstelik de, Adalet Bakanlığı MSP'ye verildiği halde, çıngar çıkarmıyordu kimse..

Bunları niye mi anlattım?

*

İBB Başkanı'nın, YSK (Yüksek Seçim Kurulu) üyeleri'ne hakaret ettiği iddiasıyla açılan bir kamu dâvası dolayısiyle, 2 yıl 7 ay hapis cezası kararıyla karşılaşması, hemen siyasî bir atraksiyona dönüştürülmeye çalışıldı.

Halbuki, yargılama devam ediyordu, kesin hüküm yoktu, henüz..

Maalesef, başka zamanlarda, en üst siyasî kimliklere bile söylendiğinde suç hakaret sayılmayan bir kelime, yargıçlar ve mahkemeler için kullanılınca, hemen cezalandırılıyor, bu ülkede... (YSK'nın da, kendi alanında en üst yargı kurumu olduğunu da hatırlayalım.) Mahkemeler, kendilerini esaslı bir korumaya almışlar, kararlar verirken, kamu düzeni ve kamuoyu tepkisi gibi konular filan, hikâye..

Siyaseti direkt veya dolaylı etkilemeye, dünyada, 'Jurostokrasi' / Yargıçlar Yönetimi..' deniliyor.

*

İBB Başkanı, henüz kesinleşmemiş olan bir mahkeme kararını hemen siyasî bir atraksiyona çevirmeyi bildi ve '6 Masa' denilen mâlum oluşumun liderlerini, İBB'nin Saraçhane'deki protesto mitingine çağırdı, sanki CHP'nin Gen. Başkanı KK Bey değil de, fiilen kendisi imişcesine..

Ama, asıl acı veren şu ki, SP lideri Karamollaoğlu'nun Gn. Başk. Yardımcısı, Erbakan'ın eski Bakanlarından Sabri Tekir, eski Başbakan A. Davudoğlu ve AK Parti'de 14 yıl bakanlık yapan A. Babacan da, İBB Başkanı'nın çağrısına boyun eğdiler; tıpış-tıpış gittiler, üzüntüyü paylaşmak için, sevinçle koştular, Meral ablalarından geri kalmamak istercesine.. Çoktandır bu kadar beşûş bir çehreyle görülmemişlerdi..

*

İstenirdi ki, o çağrı karşısında olsun, 'Sen kim oluyorsun!' diyebilecek kadar bir şahsiyet gösterebilsinlerdi. Ne de olsa, aynı değerler sisteminden su içmiştik..

Ama, CHP'liler gösterdiler.

KK Bey'in partisinin malî desteğiyle yayın yapan mâlum bir tv. kanalı, A. Davudoğlu ve S. Tekir'in oradaki kalabalıklara birkaç cümle söylemek istemesine bile fırsat vermeyip, hemen reklâmlara gitti.

Başkaları tarafından 'kullanılmak', işte böyle olur ve insan kendi kalesine, kendi şahsiyetine, siyasî ihtirası yüzünden 'gol' atmaya işte böyle devam eder.

*