Okuyucularla ‘Hasbihal' ve Hudeybiye'den alınacak ders…

*Bazı okuyucular, haftada bir, kendi görüşlerine yer ve suallerine cevap vermek için 'Hasbihal'de bulunulmasını memnuniyetle karşılamakla birlikte, bazıları, 'Niçin Pazar günü?' dediler.

-SEÇ: Özel bir tercih sebebi yok. Ancak, Hristiyanların haftalık ibadet günü saydıkları Pazar günü, 100 yıla yakın zamandır, bu ülkede de, hafta tatili kabul ettirilince, medya organları o gün, daha hafif konulara daha fazla yer veriyorlar. Yoksa elbette ki bütün zamanlar, mekânlar ve günler Rabbimizindir.

*Almanya- Stuttgart'tan (ismini yazmıyorum) bir okuyucu: 'Âbi, yakından tanıdığım bir genç mühendis kardeşimiz, ülkemize de hizmet etmek heyecanı içinde. 'İstanbul'a gelmek ve bazı meselelerini size açmak istiyor'. Tlf. numaranızı ona verdim.' Projelerini ilgililere anlatabilmesi için, müzaheretiniz.

-SEÇ: Bu genç mühendis kardeşimi tanımaktan memnun oldum. Bizim aslî değerlerimize bağlı, pırıl pırıl bir genç.. Almanya'da ciddî bir firmada çalışıyor. Anadolu şehirlerinden birinde doğmuş, ailesiyle çocukluğunda Almanya'ya gitmiş.. Orada okumuş..

50-60 yıl öncelerde, Anadolu'dan yola çıkıp İstanbul'u bile doğru dürüst bilmeksizin tahta bavulla Almanya'lara giden Anadolu kökenliler işçilerin çocukları, torunları şimdi orada doktor, mühendis, avukat, fabrikatör, işveren vs. olmuşlar.. Ama, anavatanlarını unutmuyorlar..

Söz konusu genç mühendis kardeşimle de uzun uzun konuştuk.. 'Başta dünya siyasetindeki buhranların çözülmesinde önderlik rolünde olan ülkemizin, hemen her alanda da, geçmişte hayal edemeyeceğimiz derece gelişmiş olmasını gururla takib ediyoruz elbette; ama, hep uzaktan gurur duymakla olmuyor. Gerekirse buraya bizzat gelip çalışmalar yapalım; biz de elimizi taşın altına koyalım, bu çorbada bir fiske de olsa, bizim de tuzumuz olsun diyoruz.. Biz bu eğitimi aldık..' diyor ve devam ediyor: 'Evet, burada da rüzgar ve güneş panellerinden elektrik üretilmesi iyi bir gelişme.. Ama, yetmez.. Biz bugün, denizlerdeki dalgalardan elektrik üretmek' için gerekli teknolojileri ülkemize getirebilecek durumundayız. İlk planda meselâ, 10-15 bin nüfuslu bir ilçenin elektrik ihtiyacını deniz dalgalarından üretilen elektrikle karşılamak imkânı var..'

Bu konuda, daha önce bazı yazılar okumuştum, ama, benim bilgi ve ilgi alanımın dışında olduğu için bütünüyle anlamasam bile, bu genç mühendis kardeşimin heyecan ve samimiyetinden mesrûr oldum ve ilgilenebilecek kimselere havale ettim. İnşaallah hayırlı sonuçlar çıkar.

*Kemal İnceoğlu: Yazılarınızda, iç siyaset tartışmalarına çok az giriyorsunuz, ama değindiğinizde, bazı siyasî liderlerin söz veya tavırlarına karşı çıktığınız halde, Erdoğan'a hiç toz kondurmuyorsunuz.

-SEÇ: Bizzat Erdoğan da, 'hatasız-kusursuz siyasetçi ve hele lider profili oluşturulmaması' gerektiğini, çeşitli vesilelerle dile getiriyor, Ama, 'eğer iyi niyetimizden şüphe ediyorsanız.. O ayrı..' diyor.. Kaldı ki, 2500 yıl öncelerden beri, Roma hukukunda ilk kabul edilmesi gereken ölçülerden birisinin de 'Errare humanum est..' /Hata insan içindir..' sözü olduğunun göz önünde bulundurulması gerekir.

Bu satırların sahibi, günlük yazı hayatına 50 yıl öncelerde 1972'lerde başlamış birisi olarak, İlâ'y-ı kelimetullah (Allah'ın dininin hâkim kılınması) ve bayrağının yere düşmemesi için, günlük sıkıntılarının veya günün şartlarının zorlamalarının bazı tökezletme çabalarına katılmamak ve kapılmamak dikkatinde olmamız gerektiğini düşünürüm elbette..

Tayyib Bey'in 20 yıldır aşılamayan liderliği iyi anlaşılmalıdır. 85-90 milyonluk bir ülkenin yönetilmesi hafife alınmamalıdır. Yanlış bulduğumuz konuları usûlünce ifade etmenin yolu sadece alenî olarak yazmak değildir elbette..

Tayyib Bey'in taşıdığı değerler sistemine düşmanlıktan dolayı ona çatanlar, kendi yandaşları söz konusu olunca, kendi iç âlemlerindeki tartışmaları nasıl da gizleyiveriyorlar. Biz de bu seçim sath-ı mailinde daha dikkatli olmalı değil miyiz?

*M. Yıldırım, Süleyman Avcı, Kerem Özer isimli okuyucuların benzer ifadeleri: 2 Aralık tarihli yazınızda, "Evvelki gün, PKK'nın Suriye'deki uzantısı olan PYD veya YPG'nin, yani Suriye'deki Kürdçü örgütlerin en önde gelen isimlerinden olan ve Türkiye'de ders okuduğu için açıklamalarını Türkçe olarak yapan Salih Müslim'in bir videosunu dinledim." diyordunuz. Oradaki "kürdçü" ifadesi doğru olsa bile, kürt kimliği taşıyanları da rahatsız etmez mi? Kaldı ki, onların birçoğu Kürd kavminden de değildirler.

-SEÇ: Irklar, renkler, etnik, kavmî farklılıklar Sünnetullah'ın gereği olan bir tabiî vakıadır. Kimseyi kavminden, ırkında, renginden dolayı yükseltemeyiz veya aşağılamayız.. Ancak bizim, bu tabiî ve fıtrî farklılıkların üzerine, üstünlük veya aşağılık yaftaları vurulmasını reddetmemiz gerekmektedir. Yani, kürdçü, arabçı, türkçü, farsçı, peştuncu, vs. gibi, belirli bir etnisite veya kavmin, topluluğun menfaat ve maslahatını diğerlerinden üstün veya aşağıda göstermeyi Müslüman olarak kabullenmememiz, (Hucûrât, 13'de belirtilen ve) 'üstünlüğü, ancak ve ancak taqvâ ve fazilette gören', (inne ekremekum indallahu etqaakum..) âyetinde ifade olunan inanç ölçümüzün de gereğidir. O gibi kişilerin başka kavimlerden olması durumu değiştirmez. Kezâ, Türkçülüğü bir resmî ideoloji halinde ortaya koyanların da türk kavminden olmadıkları gibi bir durumu da hatırlayabiliriz.

*Adana'dan Yılmaz Halıcı: Evet, ben de kabul ediyorum, devletler devamlı düşmanlık ve dostluklar üzerinde olamazlar. Ama ben yine de, Suriye'deki Beşşar Esed rejimiyle nasıl iyi ilişkiler kurulabilir, bilmiyorum.

Bu arada Hudeybiye Musalehesi'nden bahsetmiştiniz. Onu biraz açsanız.

-SEÇ: Özet olarak hatırlayalım:

Hz. Osman'ın, Mekke'de, Müşrikler tarafından öldürüldüğü haberi gelince, Hz. Peygamber (S), 1400 kişilik bir güç ile Medine'den güneyde, 500 km. kadar uzaktaki Mekke üzerine doğru yola çıkmıştı. Müşrikler heyet gönderdiler, bir sulh anlaşması yapmak istediklerini ifade ettiler. Bu isteğe uygun olarak müzakereye başladı.

Anlaşma metnini Hz. Ali yazacaktı.

Hz. Peygamber, 'Bismillahirrahmanirrahîm..' diye yazdırınca.. Müşrikler, 'Biz, Allah'ı reddetmiyoruz, ama Rahman ve Rahîm sıfatları için ayrı ilâhlarımız var', dediler.

Bunun üzerine Hz. Peygamber, sadece, 'Bismikallah' (Allah adıyla..) yazdırdı.. O müşkül de atlatıldı böylece...

Ondan sonra, 'Bu andlaşma, Resulullah Muhammed ile Mekkeliler arasında imzalanmıştır..' yazılacaktı.

Müşriklerin temsilcileri , 'Biz senin Resulullah /(Allah'ın Resulü) olduğunu kabul etsek, seninle niye ihtilafımız olsun ki..' deyince, Hz. Peygamber, o ifade yerine de, 'Bu anlaşma Muhammed bin Abdullah (Abdullah oğlu Muhammed) ile Mekkeliler arasında imzalanmıştır..' denildi ve maddelere geçildi.. Maddelerden birisi de, 'Bu maddenin kabul edildiği andan sonra Mekkelilerden Muhammed'in tarafına geçen olursa.. Muhammed onları Mekkelilere iade edecek..' diye yazılınca..

Bu durumdan rahatsız olan Hz. Ömer, Hz. Ebubekr'e gitti, 'Sabahtan beri nedir bu geri adımlar?' dedi.

Hz. Ebubekr onu sâkin olmaya davet etti ve dedi ki:

İade ettiğimizde, onu hapsederlerse.. Hapiste bir adamımız olur..

Serbest bırakırlarsa, toplum içinde bir adamımız olur..

Onu öldürürlerse, bir şehid kazanmış oluruz..

O kişi, Müslümanlar beni iade etti diye kızıp eski dinine dönerse; o kadar zayıf birisi ise, varsın dönsün..'

*

Ve 1 yıl sonra Mekke Müminler tarafından fetholundu.. Evet, dün de bugün de, yarın da bir takım zorluklarla karşılaşıldığı zaman, böyle hesapları da yapabilmek gerekiyor, herhalde..

*