SP Lideri Temel Karamollaoğlu "Suriye'yi karıştıran ilk adımları Türkiye attı" demiş!
Yuvarlak masada Temel Bey'in karşısında oturan Davutoğlu, o dönemin dışişleri bakanıydı ama bir düzeltme yaptığını hatırlamıyorum. O halde gelin bu talihsiz beyanları; asla unutmayan ve yalan konuşmayan "arşiv"e soralım:
Tunus'ta, fakir ama onurlu genç M. Buazizi'nin 4 Ocak 2010 günü kendini yakmasıyla başlayan olaylar hızla tırmanmış ve 24 yıldır Tunus'u yöneten Z. Abidin Bin Ali, 24 gün bile dayanamayarak 14 Ocak'ta kaçmıştı.
Bu olay ilk devrilen domino taşı olmuş, "Arap Baharı" diye yutturulan kasırga sadece 33 günde Mısır, Yemen ve Bahreyn'i dolaşarak 17 Şubat'ta Libya'ya ulaşmıştı!
Onlarca yıllık diktatörleri, tanklı tüfekli darbelerden daha hızlı deviren bu yöntemi mercek altına almış ve tespitlerimizi, 24 Şubat 2011 tarihli Türkiye gazetesinde "İşte dünyayı karıştıran adam" başlığıyla yayınlamıştık.
Temel Bey'in tanımadığı bu adam, "Silahsız darbe"nin kitabını yazmış bir sosyolog ve siyaset bilimci olan Gene Sharp idi. Emperyalizmin sanal sabotajcısı, birçok ülkede tezgâhladığı "renkli darbeler"de kullandığı "Sosyal medya üzerinden eylem düzenlemek, öğrencileri gösterilere çekmek, ülke liderini 'diktatör' ilan etmek" gibi taktikleri, "Arap Baharı" estirdikleri ülkelerde de aynen uyguluyordu!
Yani etrafımızda dolaşan yangının fitilini de Gene Sharp ateşlemişti. 198 maddelik "şiddet içermeyen silahlar" listesi; elden ele dolaşıyor, belirlediği semboller, sloganlar ve örgütlenme modelleri internet ve cep telefonu ile herkese ulaşıyordu.
Libya'da biraz oyalanan "kasırga" 15 Mart 2011 günü Suriye'ye sıçramıştı.
Türk medyasının "Kaddafi bulunacak mı" merakıyla Libya'ya kilitlendiği günlerde, bu acı gerçeği "Ateş kapıda" manşetiyle şöyle dile getirmiştik:
"Gizli eller Suriye'yi de karıştırdı. 1 milyon kişi e-posta ve SMS'le isyana davet edildi. Gösterilerin yapıldığı Der'a kan gölüne döndü. Bölgeye yüzlerce asker ve polis sevk edildi. 100 kişinin öldüğü öne sürüldü. Camiden İsrail silahları çıktı." (Türkiye, 25 Mart 2011)
Gördünüz mü Temel Bey, Suriye'yi kim karıştırmış...
Bunları, "11 yıl sonra biri çıkıp 'Suriye'yi Türkiye karıştırdı' derse kapak olsun" diye yazmamışızdır herhalde!
Türkiye ısrarla komşudaki yangını söndürmeye çalışıyordu ama gün geçtikçe durum daha da vahimleşiyordu. Nitekim Esad'ın ölüm saçan namlularından kaçan Suriyeliler akın akın Türkiye'ye gelmeye başlamıştı.
14 Haziran'da yani olayların başlamasından tam 3 ay sonra Başbakan Erdoğan telefonla görüştüğü Esad'a şiddetten uzak durmasını ve reformları bir an önce uygulamasını tavsiye etmişti. Ama saldırılar daha da şiddetlenmişti.
Erdoğan, 6 Ağustos 2011'deki Birlik Vakfı iftarında, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun 9 Ağustos'ta Suriye'ye gideceğini belirterek, "Mesajlarımız kendilerine kararlı bir şekilde iletilecek. Çünkü bizim Suriye ile çok uzun sınırımız ve tarih; kültür bağlarımız var" demişti.
O gün Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan'ın mesajlarını ilettikten sonra tam 6,5 saat görüşen Davutoğlu, Esad'ın güvenliği sağlayıcı adımlardan bahsetmesi üzerine "Önce güvenliği sağlayıp sonra reform yapacağız diyorsanız, o gün hiçbir zaman gelmeyecek" uyarısında bulunmuştu.
Bu arada kendisi hakkında "ABD'nin mesajlarını iletecek" diyen -yeni müttefiki- Kılıçdaroğlu'na da "Bu yakıştırma devlete hakarettir" şeklinde tepki göstermişti.
Esad'ın kulağına kim ne fısıldamışsa bu uyarıları asla duymuyor, her gün biraz daha gaddarlaşıyordu.
Erdoğan, 29 Ağustos'taki "Ulus'a Sesleniş"te de Esad'a çağrısını sürdürerek, "Bir rejim, silahsız insanları ağır silahlarla vurup öldürerek ayakta kalamaz, halkın taleplerini dinlemek yegâne çıkar yoldur" demiş, Kürtlere kimlik vermesini tavsiye etmişti.
5 Şubat 2012 akşamı tıpkı İsrail gibi Mevlid Kandilinde Humus'u kana bulayarak 300'den fazla Müslümanı katleden Esad'ı tekrar uyaran Erdoğan "Gittiğin yol, çıkmaz sokaktır. Daha fazla kan akıtmadan bu yanlıştan dönmeni tavsiye ediyorum. Ya Beşar, Men Dakka Dukka, eden bulur" demişti.
Türkiye bütün bu çabalarına rağmen Suriye'deki kötü gidişi önleyememişti. Çünkü emperyalistlerin yazdığı senaryo farklıydı. Nitekim Amerika, kanı durdurmak için çabalayan Türkiye'ye "Esad gidici, bu ümitsiz çabayı bırakın, aranıza mesafe koyun" baskısı yapıyordu.
Oysa Esad kendisi de reform konusunda çok istekliydi ve Türkiye'den yardım istiyordu. 16 Eylül 2009'da Türkiye'ye yaptığı ziyaretten üç gün önce bir grup gazeteci Şam'a giderek Esad ile görüşmüştük.
Suriye'de yoğun bir "reform" dönemi planladıklarını söyleyen Esad, "Mutlaka açık bir Suriye hayal ediyorum. Çok partili sisteme geçiş başta olmak üzere pek çok reform yapmamız gerekiyor. Ayrıca bu konuların enine boyuna tartışılabilmesi için özgür bir medyaya ihtiyaç var" demişti. Hatta röportaj sonrasındaki iftarda, kayıt yapılmadığından ve Baas kayyumu Buseyna Şaban'ın da orada bulunmadığından emin olduktan sonra, "Ben daha fazla reform yapmak istiyorum ama etrafımdaki Baas kuşatması engel oluyor" demişti.
Sayın Karamollaoğlu, hâlâ Suriye'yi Türkiye'nin karıştırdığını iddia edebiliyorsanız, kendi istikrarı demek olan komşunun istikrarını bozarak ne kazanmayı planladığını da söyleyebilir misiniz?
Yalan söylemek zor iştir Temel Bey; ihtisas ister... Kırk tilkinin kuyruğunun; kırk yıl sonraki pozisyonunu hesaplamalı, birbirine dokundurmamalısın! Sanırım solunuzdaki "üstad"ınızdan biraz daha ders almalısınız!