Ayasofya'da cuma namazı...

Bize benzerdi. Benzi solgun ve yasaklı.

Hasretli duamızdı Ayasofya Camii.

Bize benzerdi. Sessiz ve içinden konuşan.

Birden bire evlerinden çıkıp meydanları, ‘’Tekbir’’lerle dolduruveren, sade ve isimsiz kahramanların, sessiz bir deniz gibi yükselen duasıydı o: Ayasofya Camii.

Bize benzerdi. Mahzun.

Sevmek için sevilmeyi beklemeyen. Kendi değerini; gönlündeki  imanıyla, sebatıyla ve karşılık beklemeden sevmesiyle ortaya çıkartan sessiz ama onurlu insanımıza benzerdi Ayasofya Camii.

Bize benzerdi. Özleyen.

Bir Cuma vakti arkadaşlarına Fetih Suresini okuyan Hz.Peygamber Efendimizin gül yüzünü. Ağırbaşlı hallerini. Güzel ahlakını. Doğruluğunu. Merhametini. Özleyen herkes için minare ve kubbe yeryüzündeki en değerli hatıradır. O hatıranın hürmetine severiz biz seni. Sendeki büyük mimari veya kubbenin devasa mükemmel cüssesi yahut yaldızlı mozaiklerin ya da duvarlarını süsleyen değerli hatt-ı şerifler değildir seni kıymetli kılan. Seni kıymetli kılan ‘’El-Emin’’in hatırasıdır. Yüzünü hiç görmeden sevdiği Peygambere, çocuklar gibi bağlı şu ümmetin ‘’Bismillah’’ diyerek sağ ayağıyla girdiği Camiisin artık, Ayasofya Camii, sil gözünün yaşını, hiç üzülme, şimdi vuslat vaktidir...

Bize benzerdi. Çilekeş.

Mehlika Sultan’a aşık yedi genç misali, bir imsak vakti otobüslere dolarak Yozgat’tan, Sakarya’dan, Balıkesir’den, 86 yıl aradan sonra Ayasofya’da kılınacak ilk Cuma namazı için sefere çıkan, sabah sokağa serdiği seccadesinde, güneşle yarışan, tunçtan bir irade timsaline dönen insanımıza benzerdi Ayasofya Camii...

Bize benzerdi. Konuksever.

Bahçesinde gezinen şehitler, alperenler, yiğitler, kubbelerden gülümseyen melekler, Hz.Hızır az evvel mi geçmiş şu sütunların arasından, kaybolan köpekleri Kıtmir’i aramaya mı gelmiş yedi arkadaşlar, Hz.Yahya’nın hıçkırığı, Hz.İsa’nın tebessümü, Hz.Meryem’in iği, Hz.Hüzeyin’in atı Zülcenah’ın gözlerinden süzülen yaş. Kaf. Ha. Ya. Ayn. Sad.

Bize benzerdi. Nasibini yaşayan.

Mabed iken yağmalanan, esir düşüp karanlığa hapsolan, ardından Fatih Sultan Muhammed Han’ın İstanbul’u fethiyle, yeniden mabed olan. Dört asır boyunca, günde beş vakit, Ezan-ı Şerif sayhalarının ardından, dilleri bağlanan, bilekleri kelepçelenen ve 86 yıl boyunca yeniden ışıkları sönen Ayasofya Camii... İşte nasibini yaşıyordu bizler gibi. Reisi Cumhur Tayyib Erdoğan tarafından ikinci kez esaretten kurtuluşunu yaşıyordu Ayasofya Camii... Yansın ışıkların, kandillerin, mahyaların, Hz.Fatıma getirsin yeşil sancaklarını, Çanakkale şehitleri dalgalandırsın şanlı bayrağımızı...

Bize benzerdi. Güzeli seven.

Aşık olduğu isimleri hatt-ı şerifeler halinde göğsüne asan. Rabbimizin ismi; Allah (celile celaluhu)... Peygamberimizin ismi; Muhammed (sallallahu aleyhi vessellam)... Cehar-i yar-i güzin Efendilerimiz: Ebubekir (ra), Ömer (ra), Osman (ra), Ali (ra)... Ve gözleimizin nuru, kalplerimizin süruru iki güzellerimiz, ‘’haseneyn’’; Hz.Hasan ve Hz.Hüseyn efendilerimiz. Ayasofya-i Kebir Cami’nin göklerini süsleyen aşk sembolü güzel isimler.

Bize benzerdi. Gülüşü dost sevindirip düşman çatlatan.

Bir turnusol kağıdı gibi ehli imanı, ehli nifaktan ayıran...

Bize benzerdi. Taşıyan.

Başının üzerinde hilal, koynunda yıldızlarıyla, kuşkusuz o bir İslam rumuzuydu. Ayasofya-i Kebir, ey ulu camii, ey fetih camii, ey mühürdar-ı İstanbul. Yunus misali çağırırlar pervanelerin Mevlayı; ‘’ballar balını buldum, kovanım yağma olsun’’. Kutlu olsun hürriyetin ey Ayasofya, daim ve mübarek olsun...