Bir dostum, dün, bayramlaşma telefonundaki hal-hatır sorusuna, on yıllarca öncelerdeki bir yazımın, 'Bayram gelmiş neyime.. Kan damlar yüreğime..' şeklindeki başlığını hatırlatarak karşılık verdi.
Evet, öyle bir yazımı hatırladım, ama, bir halk türküsünden alınan o ibareyi hangi vesileyle kullandığımı hatırlayamadım.
Dostumun gerçekte hatırlatmak istediği, Filistin'de olanlar karşısında hiçbir şey yapamamaktan kaynaklanan bir kalb sancısının bugün çoğu Müslümanı esir aldığı hususuydu.
Bu sancılı ortamda niceleri, bir 'sionist haydutlar rejimi' olan İsrail'in hiçbir savunma gücü olmayan bir müslüman halkın şehirlerini savaş uçaklarıyla bombardıman etmesini 'kahramanlık' sanan alçaklığına karşı askerî müdahale yollarının olup olmadığını sözkonusu ediyorlar, tabiatiyle..
Bazıları, böyle bir imkânın olduğunu sanıyorlar; geçmişte TC.'deki bazı hükûmet bazı kararnamelerini delil göstererek.. Halbuki o kararnameler, İsrail rejiminin kabulüne bağlı rutin işlemlerdi.
Şöyle ki, 1993'de, B. Amerika'nın gözcülüğünde Filistin Kurtuluş Teşkilatı (El'Feth) lideri Yâsir Arafat ile İsrail rejimi başbakanı İzak Rabin arasında Oslo'da imzalanan andlaşmaya göre, evet, bir Filistin Devleti kurulmuştu.
Ama bu devlet, ordusu olmayan, sadece, birbirinden kopuk Filistinlilere aid yerleşim birimlerinin idaresini üstlenecek olan ve de İsrail rejiminin vesâyetinde, kağıt üzerinde kurulan Filistin Devleti'ne bırakılacak topraklara sahib olacaktı.
Bu arada bazı hassas bölgelerde gerekirse, 'uluslararası bir barış gücü'nün gönderilmesini de taraflar kabul etmişlerdi. Norveç, İsveç, İsviçre, İspanya, Türkiye vs. gibi birkaç devletin askerlerinden bir 'barış gücü' oluşturulacaktı.
Bu yöntem küçük sürtüşmelerde birkaç sene deneme mahiyetinde uygulandı, ama, özellikle İzak Rabin'in Kasım 1995'de bir fanatik yahudi tarafından öldürülmesinden sonra, İsrail rejimi tarafından uygulama dışı tutuldu.
Yani, bugün, İsrail rejiminin kabul etmediği bir 'uluslararası barış gücü' filân, ancak BM. Güvenlik Konseyi karar alırsa, gönderilebilir. Bu da olmayacak demektir..
Çünkü, Güvenlik Konseyi'nde alınacak her bir kararın '5 Daimî Üye' (B. Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin) tarafından 'veto' edilmemesi gerekmektedir.
İsrail rejimini Müslüman coğrafyasının kalbine bir hançer gibi saplayan emperial güçler, onun hayatiyetine zarar vereceği ileri sürülen hiçbir düzenlemeyi kabul etmeyeceklerini İsrail rejimine devamlı taahhüd etmektedirler.
Nitekim, Rusya Başkanı Putingeçen ay, Netanyahu'ya bu konuda yeniden söz verirken; Amerikan Başkanı Biden da daha dün, İsrail rejimine 'kesin desteği'ni tekrarlamıştır.
Avrupa Birliği'nin Dışgüvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Borrel de, dün, 'AB'nin, Filistin Mes'elesini çözecek bir potansiyel gücünün olmadığını' açıkça beyan ederek, ringe havlu attı. Kısaca, hele de Amerikan emperyalizmi kırılamadığı müddetçe, beşerî planda, İsrail rejimi bu cinayetlerini artırarak devam edecektir.
Daha doğrusu, İsrail rejimi, Amerikan emperyalizminin Ortadoğu şubesi durumundadır. Konuyu hâlâ, 8 - 9 milyonluk bir İsrail rejiminin gücü sanmak, asıl gerçeği kavrayamamak olur.
Ama, üzerinde durulması gereken asıl konu, Filistin halkının, yaşlı- genç bütün nesilleri, sosyo-politik açıdan bir gün bile, hürr ve müstakil/ bağımsız şekilde yaşamamıştır, ama, bütün bu barbarlıklar karşısında, bu Müslüman halk, toplumlarımızda hâkim olan ağlamaklı/ yakınmacı (pathetic) tavırlardan uzak, inançla direnmekte ve insanlık haysiyetini korumaktalar. İnsanca yaşamanın mümkün olmadığı yerde, insanca ölmek yolunu tercih etmekten korkmuyorlar.
İslâm Milleti'nin büyük kesimlerinin, Filistin'in Müslüman halkının bu eğilmez tutum ve direnişinden öğreneceği çok dersler var..
Onlar hepimizin insanlığını kurtarıyorlar, çağdaş barbarlara karşı..
Ayasofya'da Bir Bayram Sabahı..
Bayram Namazı için Ayasofya'ya gitmeye karar vermiştik, önceki geceden.. Dün sabah Ayasofya'ya gittiğimizde, binlerce insanın Cami dışındaki açık alana taştığı da görülüyordu. Camiin içini ise, fizikî mesafeyi korumaya ve maske takmaya riayet eden binlerce insan doldurmuştu.
Geçen sene açılışından bu yana ilk kez bir Bayram Namazı kılınacaktı, Ayasofya'da..
Namaz esnasında okunan, Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi'nin 350 yıl öncelerde bestelediği o müthiş güzel Segâh Bayram Tekbîri'nin, binlerin insanın hançeresinden yükselmesinin bu ulu mâbedde oluşturduğu manevî atmosferin anlatılması kolay değil..
'Allah'u ekber, Allah'u ekber.. Lâilâhe illallah'u vallah'u ekber.. Allah'u ekber ve lillâhil'hamd!..'
Itrî'nin, bu 'ilâhî' bestesinin öyle bir gücü var ki asırlardır, bizim ruhlarımızı bir potada eritip, şekillendiriyor..
Yahyâ Kemâl'in 'Itrî' isimli şiiri onun hakkında ilginç bilgiler verir:
'Büyük Itrî'ye eskiler derler,
Bizim öz mûsıkîmizin pîri;
O kadar halkı sevkedip yer yer,
O şafak vaktinin cihangîri,
Nice bayramların sabâh erken,
Göğü, top sesleriyle gürlerken,
Söylemiş saltanatlı Tekbîr'i.
Kıskanıp gizlemiş kazâ ve kader
Belki binden ziyâde bestesini,
Bize mîrâsı kaldı yirmi eser.
"Nât"ıdır en mehîbi, en derini.
Âdetâ benziyor muammâya;
Ulemâmız da bilmiyor kimdi?
Öyle bir mûsıkîyi örten ölüm,
Bir tesellî bırakmaz insanda.
Muhtemel görmüyor henüz gönlüm;
Çok saatler geçince hicranda,
Düşülür bir hayâle, zevk alınır:
Belki hâlâ o besteler çalınır,
Gemiler geçmiyen bir ummanda..