Dün sabah, Bayram Namazý için Ayasofya'ya gitmeyi düþünüyordum, ama, kamu araçlarý saat 06.00'da trafiðe çýktýklarýndan, bayram namazlarýnda bu sýkýntý her zaman yaþanýyor. Bazý spor karþýlaþmalarý için bile bu saatler deðiþtirilebilirken, geniþ halk kitlelerinin ihtiyaçlarýna göre düzenlemeler yapýlmamasý tuhaf deðil mi?
Ayasofya'ya yetiþmek mümkün olmayýnca, Süleymaniye'ye yöneldim..
*
Dün sabahý anlatmadan önce 100 yýl gerilere gidelim.
'Süleymaniye'de Bayram Sabahý' deyince aklýma hemen, Yahyâ Kemâl'in bu isimdeki þiiri ile, 'Atiq- Valde'den Ýnen Sokakta..' isimli þiirinde, þairin, 'Ramazan Maneviyeti'ni ve kendisinin oruçsuz oluþunu en samimî duygularla anlatýþý gelir. (Bu vesileyle ifade edelim ki, Yahyâ Kemâl, yaþayýþ tarzýyla Müslümanlarýn hayat tarzýnýn uzaðýndadýr, ama, duygu ve tefekkür dünyasýnda bazen öyle þiirleri veya düzyazýlarý vardýr ki, 'Bizim inanç, düþünce ve duygu dünyamýz ancak bu kadar güzel anlatýlýr..' dedirtir.)
Yahyâ Kemâl'in nesirlerinden 'Ezansýz Semtler' yazýsýný da anmamak olmaz. Yahyâ Kemâl, o ilginç yazýsýný Osmanlý'nýn son demlerinde, 1922'de yazmýþtýr.
Yahyâ Kemâl, þöyle anlatmaktadýr:
'(...)Dört sene evvel Büyükada'da oturuyordum, bayramda bayram namazýna gitmeye niyetlendim, fakat frenk hayatýnýn gecesinden Müslüman sabahýna ve sabah namazýna kalkýlýr mý?
Sabah erkenden uyanamamak korkusu ile o gece hiç uyumadým.
Vakit gelince abdest aldým, Büyükada'nýn mahalle içindeki sâkit (sessiz) yollarýndan kendi baþýma câmie doðru gittim. Vaiz kürsüde vaaz ediyordu. Ben kapýdan girince bütün cemaatin gözleri bana çevrildi. Beni, daha doðrusu bizim nesilden birini, camide gördüklerine þaþýyorlardý. Orada o saatte toplanan Ümmet-i Muhammed, içine bir yabancýnýn geldiðini zannediyordu.
Ben içim hüzünle dolu, yavaþ yavaþ gittim. Vaazý diz çöküp dinleyen iki hamalýn arasýna oturdum.
Kardeþlerim Müslümanlar, bütün cemaatin arasýnda yalnýz benim vücûdumu (varlýðýmý) hissediyorlardý. Ben de onlarýn nazarlarýný hissediyordum. Vaazdan sonra namazda ve hutbede onlarýn içine karýþýp, Muhammed sesi kulaðýma geldiði zaman gözlerim yaþla doldu. Onlarla kendimi yek-dil, yek-vücûd olarak gördüm.
O sabah, o Müslümanlýða az âþinâ Büyükada'nýn o küçücük câmi' içinde, o þafakta, ayný milletin ruhlu bir cemaati idik.
(...) Biz ki, minâreler ve aðaçlar arasýnda ezân seslerini iþiterek büyüdük. O mübârek muhitten çok sonra ayrýldýk. Biz böyle bir sabah namazýnda 'anne millet'e dönebiliriz. Fakat minâresiz ve ezânsýz semtlerde doðan, frenk terbiyesiyle yetiþen Türk çocuklarý dönecekleri yeri hatýrlamayacaklar!'
Evet, bu satýrlardan, sadece Yahyâ Kemâl'i deðil, Osmanlý'nýn son demlerindeki sosyal dokuyu göz önüne daha bir getirebiliriz.
(Elbette, Yahyâ Kemâl Üsküp doðumlu, yani Balkan Müslümanlarýnýn çocuðu olduðu için, onun dilindeki 'türk' kelimesi, Balkanlar'da 'Müslüman' mânâsýndadýr; 500 yýl öncelerde, Endülüs'de de 'Müslüman' ve 'Arap' kelimelerinin ayný mânâda kullanýldýðý gibi..)
*
Yahyâ Kemâl'in bir de 'Atiq Valde'den Ýnen Sokak' þiiri vardýr ki, Üsküdar'ýn o zamanlar fukara mahallelerinden olan Atik-Valde semtindeki bir iftar vaktini o kadar güzel anlatýr ki, hayran olmamak ve buruk bir tat almamak elde deðildir. Devamýný onun mýsralarýndan okuyalým:
'(...) Top gürleyip oruç bozulan lahzadan beri,
Bir nurlu neþe kapladý kerpiçten evleri..
Ya Rab! Nasýl ferahlý bu âlem, nasýl temiz!
Tenha sokakta kaldým, oruçsuz ve neþ'esiz.
Yurdun bu iftârýndan uzak kalmanýn gamý
Hadsiz yaþattý ruhuma, bir gurbet akþamý..
Bir tek düþünce oldu teselli bu derdime:
Az çok ferahladým ve dedim kendi kendime:
"Onlardan ayrýlýþ bana her an üzüntüdür;
Mâdem ki böyle duygularým kaldý, çok þükür."
*
Yahyâ Kemâl'in, oruçsuzluðunu itirafý ve bundan acý çektiðini yansýtmasý ilginçtir.
*
Evet, bu hatýrlatmalardan sonra, dün sabaha dönelim..
Süleymaniye sapa bir yerde kalýyor bugün.. Bu açýdan, câmiden dýþarý taþan bir cemaat yoktu. Ýçerisi ve iç avlu ise, salgýn þartlarýna göre mesafeli olunduðunda, doluydu. Itrî'nin bestelediði o ihtiþamlý 'teþriq tekbirleri'nin binlerce hançereden söyleniþi, ruhlarýmýzý âdetâ yeni bir nûr huzmesiyle aydýnlatýyordu.
Süleymaniye'den sonra Fatih Camii etrafýndaki geniþ alana geldiðimde Suriyeli, Yemenli, Mýsýrlý, Afrikalý; Orta Asya ve Balkanlý, çocuk, kadýn-erkek; binlerce kardeþlerimizin, orayý tam bir bayram yerine döndürdüklerini gördüm..
Sonra, Sultan Fatih ve Gazi Osman Paþa'nýn türbeleri ile, Ýstanbul'un fethine, 570 yýl öncelerde taa Buhara'dan gelen 'Ni'mel'Çeyþ'den '7 Emîrler'in ve birkaç ay önce topraða verdiðimiz Emin Saraç Hoca ve büyük tarihçi Mehmed Genç merhûmlarýn mezarlarýný ziyaret ettim.
Sonra Eyyûp Sultan'a geçtim. Orada, çeþitli ülkelerden yüzlerce ziyaretçi..
Ýstanbul ve hele de Ayasofya, Eyyûb Sultan, Fatih, Süleymaniye ve Sultanahmet gibi muhteþem câmilerin çekiciliðinin, Ýslâm Birliði idealimizin hem bir ütopya olmadýðýna ve yine gerçekleþtirilebileceðine çok güzel bir örnek oluþturduðunu belirtmeliyim.
*
NOT: Dün, baþkent Kabil'de, Afganistan C. Baþkaný Eþref Ganî ve diðer devlet ricalinin tam da Bayram Namazý kýldýðý bir sýrada, namaz mahalli civarýna atýlan roketlerden ve de Tayyib Bey'in Kýbrýs'ta yaptýðý açýklamalardan sonra, Afganistan ve Tâlibân konusuna, gelecek yazýda deðinmek gerekiyor, inþaallah..
*