M. Yalçın Yılmaz
M. Yalçın Yılmaz
Tüm Yazıları

Bir ziyaretin arka planı

Değişen dünya dengelerinde farklı eksenler kuruluyor. Ezberleri bozan gelişmeler var dış gündemde. Kimler kimlerle görüşüyor ve her görüşme ne anlama geliyor.

Muhammed bin Selman'ın ziyaretini iç saiklerle okuyamayanların bölgedeki gelişmeleri takip etmediklerini peşinen söyleyebiliriz.

Körfez ülkelerinin kendine göre iç dinamikleri var ve bu ülkelerin arasında yaşanan rekabetler bölgesel ilişkilere de yansımakta.

Katar'la yaşadıkları sorunlardan dolayı BAE ve Suudi Arabistan'ın Türkiye'yle olan ilişkileri bir müddet aksadı.

Ekim 2018'de Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosluğu'nda elim bir hadise yaşandı. Türkiye burada doğru bir tutum sergiledi. Ülke sınırlarında böyle olaylara seyirci kalamayacağını gösterdi ve istihbarat teknolojileri bakımından donanımlı olduğunu bu hadise üzerinden dünyaya kanıtladı. Merhum Demirel'in dediği gibi "Dün dündür." Her gün yeni bir dünya ile karşı karşıyayız ve küresel rekabette aktif olmak zorundayız.

Türkiye, o gün şeffaf ve hesap verilebilir bir yönetime sahip olduğunu kanıtladı ve doğru hamleler yaptı. Bugün de sorunlu alanları çözerek doğru bir hamle yapıyor.

Dış siyasette kin ve öfke gibi sevgi ve samimiyetin de anlamsız olduğunu tekrar edelim. Aslolan çıkarlar ve kalıcı barışı temin edecek adımlar.

Özellikle pandemi koşulları Türkiye ile Körfez ülkelerinin ilişkilerini yeni bir sürece zorunlu kılmıştı.

Afganistan'da yaşananlar Körfez'deki ABD algısını zayıflatmış ve küresel güçlere güvenmek yerine bölgesel dayanışmayı/işbirliklerini önemli kılmıştı.

Covid-19 pandemi süreci birçok ülke için ilaç, aşı, gıda gibi alanlarda yakın çevre ilişkilerini önemli hale getirmişti.

İran'ın Suriye'de, Irak'ta ve Yemen'de artan etkisi Körfez ülkelerini Türkiye ile işbirliğine sürüklemekte.

İsrail'le anlaşabilen Körfez başkentleri için Türkiye'nin güçlü savunma teknolojileri dikkat çekici boyutlara gelmişti. Bunu Libya'da, Karabağ'da ve Ukrayna'da gözleriyle gördüler.

Taraflar arasında bir sorun başlığı İhvan hareketiydi. Bir dönem popüler halk hareketi olarak Batılılar tarafından da desteklenen, yerleşik hanedanlara alternatif İhvan hareketinin eski cazibesini kaybetmesi bölgede olduğu gibi Ankara'da da anlaşılır hale gelmiş görünüyor.

Körfez ülkelerinin modernleşme adımlarını atarken Türkiye'nin deneyimi ne denli etkili bilinmez ancak özellikle Suudi Arabistan içerisindeki dengeleri kurmak için çok çaba sarfedildiğini söyleyebiliriz.

Muhammed bin Selman iktidarının Sahve hareketine ve İhvan hareketine bakışı olumsuz olduğu gibi Vehabilik meselesine yaklaşımında da bir reform tutumu olduğunu görüyoruz.

Suudi Arabistan liderinin Ankara ziyaretinden önemli bir ortak metin çıktı. "Taraflar, karşılıklı ticaretin geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi imkanlarını, iki ülke arasındaki karşılıklı ticaretin kolaylaştırılmasını ve önündeki zorlukların üstesinden gelinmesini, yatırım fırsatlarının araştırılması ve çeşitli alanlarda somut ortaklıklara dönüştürülmesi için iki ülkenin kamu ve özel sektöründeki iletişimin artırılmasını ele almışlardır. Taraflar G-20 üyeleri olarak, iki ülkenin büyük ekonomik potansiyelini ve Suudi Arabistan'ın 2030 Vizyonu'nun yatırım, ticaret, turizm, kalkınma, sanayi, madencilik, inşaat projeleri, ulaşım-altyapı (müteahhitlik dahil), tarım, gıda güvenliği, sağlık, iletişim-bilgi teknolojisi alanları, medya ve spor alanlarında sunduğu fırsatları vurgulamışlar, Suudi-Türk Koordinasyon Konseyi'nin çalışmalarını etkinleştirme, ortak ilgi alanlarında iş birliği ve koordinasyon seviyesini yükseltme ve iki ülke uzmanları arasında tecrübe paylaşımı konuları üzerinde çalışma hususunda mutabakata varmıştır."

Yakın geçmişte birçok sorun yaşayan iki ülkenin imza attığı ortak bildirinin çarpan etkileri olacaktır elbette. Mısır ve Suriye ile yaşadığımız sorunlara da yapıcı etkisi olmasını ümit ediyoruz. Bu coğrafyada huzurun temini için Türkiye'nin olmadığı bir formül yok.

Dış politikada muhatabınız olan ülkelerdeki alternatif hareketlerle sivil temaslarınız olmalı. O ülkenin bugününü ve yarınını okumalısınız ki sosyal değişimlerden, yaşanacak dönüşümlerden haberdar olasınız. Ancak o ülkelerin rejimleri nasıl olursa olsun tutumunuz nötr olmalı. O ülkelerin temel metinlerine baktığınızda önceliklerinin rejimlerini korumak olduğunu görmekteyiz.

Batılıların demokrasi dışı yönetimler diye tanımladığı ülkelerin kendi tarihsel süreçleri ve sosyolojik gerçeklikleri var. Bizi aşan toplumsal süreçleri zamana bırakmak sanırım en akıllıcası.