Birkaç konuya, kısa kısa...

MURSÎ'Yİ ANMAK ve ANLAMAKTAN DA ÖTEYE; BUGÜN NE YAPACAĞIMIZI DÜŞÜNMEK...

Mısır'ın serbest seçimle iktidara gelmiş ilk ve tek cumhurbaşkanı olup, 2013'de, henüz başkanlığı 1 yılı bile dolmamışken; kanlı bir askerî darbeyle makamından indirilip hapsedilen ve hapiste de -inşaallah,- 'şehîd' oluşunun 3. Yıldönümü dolayısıyla, 17 Haziran akşamı, merhûm Muhammed Mursî için, başta Mısır'lı 'İkhwan'lar olmak üzere, binden fazla Müslüman'ın katıldığı, 2,5 saati aşkın bir anma toplantısı vardı, Üsküdar- Bağlarbaşı Kültür Merkezi'nde.

Merhûm Mursî'nin bazı 'Bakan'ları ve o Askerî Darbe'den dolayı Türkiye'ye sığınmış siyasetçiler ve fikir adamları ve İstanbul AK Parti m.vekilleri Hasan Turan ve Ahmed Hamdi Çamlı olmak üzere diğer bazı dâvetliler de Mursî hakkında konuştular. Dünya Müslüman Âlimler Birliği'nin Genel Sekreteri Ali Karadagî ve diğer bazı isimler de dinleyicileri coşturan konuşmalar yaptılar.

Doğrudur ki, Muhammed Mursî, özellikle de hapsedilişinden sonra düzmece askerî mahkemedeki dik duruşlu tavrıyla, bütün Müslümanlar nezdinde bir inanç, şuur, direniş ve iftihar âbidesi olarak sivrildi. Bu husus açıkken...

Gönül isterdi ki, o toplantıda sadece Mursî övgüsü ve nasıl uygulanacağı bilinmeyen vaaz mahiyetli nutuklar yerine; bundan sonra, neleri, nasıl yapacağımızın müzakeresi ve tartışması yapılabilsindi.

Bu, ciddî bir noksanımız..

*

'MANKURT KAFALILAR', SADECE 'MONŞER'LER MİDİR?

17 Haziran-Cuma günü yayınlanan, 'Bu elçi, kimin adına elçilik yaptığını zımnen itiraf etmiyor mu?' başlıklı yazıma farklı istikametlerde mesajlar aldım..

Hele birisine özellikle değinmek gerekiyor... Amerikan emperyalizmi başta olmak üzere bütün emperial güç odaklarının Müslüman coğrafyalar üzerinde, yeni sınırlar oluşturulması yönündeki gizli-açık entrika planları ve tahrikleri ortada iken; Türkiye Hariciyesi'nin seçkin 'monşer'lerinden olan bir em. büyükelçi'nin iddialarına haklılık nisbet eden kişiyle, ne ve nasıl konuşulabilir ki.

Kaldı ki, bugün Ege denilen ve 100 sene öncelerde Akdeniz'in Adalar Denizi denilen kesimini oluşturan bölge, 400-500 sene Osmanlı'nın elindeydi. Ama, bu adalar, 1923-Lozan ve de 2. Dünya Savaşı sonrasında, 1947-Paris Konferansı'nda 'silâhlandırılmaması' şartıyla Yunanistan'a bırakıldı. Çünkü; Yunanistan savaşta, Amerika'nın yanındaydı ve o ödüllendirildi. Türkiye ise, o savaşta, kendisine saldırılmadıkça tarafsızlığını ilân etmişti.

Şimdi ise, Türkiye'nin, 'bu adaların silâhlandırılamıyacağı'na dair itirazlarına karşı, Amerikan emperyalizmi sadece bu adalarda 7 ve 3 de Meriç'in öte yakasında, en modern silahlarla donatılmış üssler kurarak Yunanistan'ı Türkiye'ye karşı korumak adına, Türkiye'yi tehdit ediyor.

Böyleyken, Yunanistan'ın ağzıyla konuşan bir em. elçi'nin tavrının, tıpkı askerî darbeler gibi 'hıyanet olduğu'na dair sözlerimi bile insafsızlık olarak gören bazı okuyucular hayret verici bir bakış açısı sergilemişler.

Müslümanların dünüyle de, bugün ve yarınıyla hesaplaşmak içinde olan bir dünyaya karşı dikkatli olmayı hatırlatmayı bile hafife almak, anlaşılır gibi değil..

*

DOĞRU SÖZLER BİLE, EĞRİ MURADLAR İÇİN KULLANILIRKEN..

SP lideri Temel Bey, Tayyib Bey'in 'kimseyle istişare etmediği' iddiasını dile getirmiş. Bu gibilere bakınca, hemen tamamının, kendi görüşlerine göre hareket edilmediğinden yakındıkları anlaşılıyor... Aynı zâtın, kendilerine yönelik olarak, 'Erbakan Hoca hayatta olsaydı, CHP'nin dümen suyuna gider miydi?' gibi eleştirileri dillendirenlere karşı, 'Haydi oradan sahtekâr...' diye celâllenmesini ve Bülend Bey'in de, halkımızın inanç dünyasına 100 yıldır kesin bir savaş vermiş olan bir siyasî partinin Gn. Başkanı'nın da bulunduğu bir toplantıda, onu mest edecek şekilde, 'kral çıplak' demesi ayıplanmalı değil midir?

Hükûmet edenlerin bir takım yanlışları olabilir ama bunca sağlıklı ve yürekli icraatı görmezlikten gelmenin Müslüman halka ağır bedel ödettireceği görülmüyor mu? Yoksa, şuûr seviyesi bakımından asıl çıplak durumda olanlar aynaya baktıklarında gördüklerini mi anlatmış oluyorlar?

*

VE, 'CİNSİYET DEĞİŞTİRME İDDİALARI' ÜZERİNE..

Birileri en hassas olduğumuz aile kurumunun korunması adına, ciddî sûrette şüphe celbeden yayınlar yapıyorlar, sosyal medyada. Ve orada söylenenler bazı tv. kanallarında ve de sosyal medyada aynen paylaşılıyor; 'Size fâsid bir kişi bir haber getirirse, onu tahkik etmeden kabul etmeyin..' meâlindeki Kur'an emri hatırlanmıyor bile..

Son günlerde bir iddia furyası.. Binlerce kız, oğlan olmak için, binlerce oğlan da kız olmak için hastahanelerde sıra bekliyorlar ve bunların masrafları da devlet tarafından karşılanıyor' gibi iddialar..

Bu vak'aların sayısını, kendisinin psikoloji profesörü olduğunu söyleyen bir kişi de bir video konuşmasıyla 400 binlerle ifade ediyor!!.

Cerrahpaşa'da 4 bin, Zeyneb- Kâmil'de 2800 kişi varmış sırada bekleyen.... Ve dahası, 'İslâmî yaşayış tarzına uzak, seküler ailelerde bu durum yok..' diyor bu kişi!..

'Cinsiyet değiştirmesi uygundur..' diye rapor verilince, gerisi kolaymış.

Konuyu İstanbul AK Parti m.vekili Ahmed Hamdi Çamlı ismi zikrolunan hastahanelere sorduğunu, bu iddiaların yalanlandığını duyurdu. Sadece doğuştan anomalilerle 'çift cinsiyetli' olanların ameliyatı sözkonusu oluyormuş ve o da sıkı kurallara bağlı, hey'et raporlarıyla..

Ama, bu konu, doğru-dürüst araştırılmadan, Cuma günü bazı hutbelerde de kısaca anlatıldı; iyi mi?

*

Amerikalı bir yazar dijital çağda, sosyal medyanın ana malzemesinin cinsiyet konuları oluşuna değinirken, 'çocuklarımıza medyanın zararlarını anlatmak yerine; medya kullanımında, inançlarını süzgeç olarak kullanıp düşünmeye dâvet edelim..' diyor..

İlginç değil mi?