Bu ‘üçlü heyecan verici işbirliği'nin hayırlara vesile olması duasıyla…

9 Ocak günü, Pakistan'ın Revalpindi şehrinde, Pakistan, Suûdî ve Türkiye arasında, üç tarafın yüksek dereceli yetkilileri arasında sessiz-sadâsız bir 'Savunma İşbirliği Andlaşması' imzalandı. Müşterek savunma ve savunma teknolojisi konularındaki iradelerini ve bu arada Pakistan ve Suudî rejimleri, Türkiye'nin yeni savaş uçağı 'Kaan'ın yapımına ortak olmak istediklerini de açıklamışlar.

Haberi okuyunca, hâfızam beni, önce 27 yıl öncelere, Türkiye ile İsrail arasında 'Savunma İşbirliği Andlaşması'nın üstelik merhûm Erbakan'a da imzalatıldığı günlere götürdü. Sonra anlaşıldı ki, iki tarafı askerî makamları arasında hazırlanmış olan o andlaşmayı, TSK'nın çevik bir generali getirip -Başbakan tarafından da imzalanması gerektiği için- Erbakan'a da 'imzalatmış' idi. Darbeci generallerin, 'Devleti, cumhur adına, filân ilkeler göre biz yönetiriz' dedikleri o meş'ûm dönemleri nasıl unutabiliriz?

Ve hâfızam beni biraz daha gerilere, 1963'lere de götürdü. Pakistan Devlet Başkanı Mareşal Muhammed Eyyûb Khan, (henüz Bangladeş diye bir devletin olmadığı Bengal Körfezi'ndeki Doğu ve Pencab Vadisindeki Batı Pakistan'dan müteşekkil) Pakistan, İran ve Türkiye'nin bir konfederasyon halinde birlik olması fikrini ortaya atıp, 'Bu gerçekleşirse, Bengal Körfezi'nden, Balkanlara kadar uzanan bir coğrafyada -o zamanki nüfus itibariyle-, 200 milyonu aşan dev bir birliğin oluşacağını' söylediği zaman, dönemin Türkiye Başbakanı İsmet İnönü'nün, 'Bu, bizim 200 yıllık Batılılaşma siyasetimize aykırıdır.' diye o teklifi hemen geri çevirdiği günleri hatırladım.

Burada şu kadarını belirtelim ki, filan Müslüman ülkesindeki filan rejim veya kadroları sevmeyebiliriz ama bizim hesabımız, rejimlerden önce Müslüman halklar arasındaki gönül birliğini korumak ve güçlendirmektir. İnşallah, bütün Müslüman ülkeler de bu işbirliğinden etkilenirler.

Ve kırılan bir 'hıyanet tezgâh' üzerine...

Fatih Câmii imamlarından Galib Hoca'nın, hem Kur'an-ı Kerîm tilâvetini, hem de yürekten gelen hutbe okuyuşlarını severek dinleyen birisiyim. 3 hafta kadar önce okuduğu hutbeyi dinledikten sonra, gittiğim bir mekânda, 'İslâm Milleti'nin birliğini temin yönünde ve ırkçı düşünceleri tel'in etmek için söylenmesi gerekenlerin bir Cuma Hutbesi içinde derli-toplu anlatılması ancak bu kadar olurdu.' demiştim.

*

Geçen akşam, Fatih'ten geçerken, ana caddenin özel araçlara kapatıldığını görünce ne olduğunu anlamadım, ama Galib Hoca'ya, 'öldürme niyetiyle, yani derinden vurulmuş bıçak darbeleriyle saldırıldığını 1 saat sonralarda öğrenince... Aklıma, hemen o hutbe metni geldi.

Saldırganın, Bursa'dan geldiği ve 'ailevî buhranlarının sevkıyle hareket ettiği ve mahkemedeki ifadesinde, "Öfkemi imama boşalttım" dediği medyaya yansıdı.

Konu, psikolojik buhranla geçiştirilemeyecek ciddiyettedir. Saldırganlara bu ve benzeri mazeretlere sığınılacağının önceden öğretildiği, yığınla örneklerden de bilinmektedir.

Bu oyunun kırılmış olmasından kimlerin rahatsız olduklarını, hüzünlü suskunların nerede ve kimlerden oluştuğundan anlamak mümkündür. Eğer kendi cenahlarından birisine bir zarar gelmiş olsaydı; ortaya çıkacak tablonun nasıl olacağını; haftalarca ve aylarca 'Kahrolsun!..' diye, ne feryadlar çekilip, ne nutuklar atılacağını geçmiş örneklerden de tasavvur edebiliriz.

*

Ancaak, bu saldırının hemen sonrasında sosyal medya mecraında birilerinin, rahmetli Metin Yüksel'in âkıbetini hatırlatmaları ve dahası, en iğrenç ırkçılardan birisi olan bir parti lideriyle o saldırgan kişinin de el-ele çekilmiş fotoğrafının oluşu -eğer gerçekse-, konuya ışık tutar.

*

10 Ocak günü, Hürriyet'ten Abdulkadir Selvi, söz konusu parti liderine bu konuyu sorması üzerine, onun, 'kendileriyle bir ilişkisinin olmadığını' söylediğini; bunun üzerine, 'Öyleyse, bunu niye kamuoyuna açıklamadınız?" dediğinde ise, o süper ırkçı parti liderinin, "Devlet biliyor" diye karşılık verdiğini belirtti yazısında.

O parti lideri ayrıca, 'sosyal medyada uçuk fikirleri yayan delifişek gençler bize sempati duyabilirler, ama bunların benle ilgisi yok. (...) Ben bir partinin genel başkanıyım, bunların peşinde koşamam ki." demeyi de ihmal etmemiş.

Bu kişi, hangi gariban sığınmacılara karşı bir takım 'delifişek'leri kendisinin yıllardır tahrik ettiğini itiraf edecek değildi elbette...

Evet, güçlenen ülkelerin, hasımlarınca huzursuz hale getirilmek ve sahib olduğu iç enerjisinin 'avare kasnak yuvarlanması' misali, kendi iç sürtünmesinde tüketmesini ağlamayı hedef alacakları unutulmamalıdır.

Geçen gün, bir İngiliz gazetesinde, 'Amerika, Türkiye ile müttefik; ama Erdoğan'a itimadı yok.' başlıklı bir yazı yayınlanmıştı; bunu da ekleyelim...