Mustafa SABRİ BEŞER
Mustafa SABRİ BEŞER
Tüm Yazıları

Bu yazıyı 777 kez okumazsanız sonunuz kötü

Bir kere inanç boşluğuna düşmeyegörün o boşluğu doldurmak için insanın küçük dilini yutturacak yöntemlerle yarışanlar var.

Bir zamanlar meşhurdu; mail yoluyla veya mesaj yoluyla insanlara, "Eğer bu yazıyı 10 kişiye gönderirsen dileklerin yerine gelir, eğer göndermezsen felaketler peşini bırakmaz..." notuyla değişik içeriklere sahip yazılar gönderilirdi.

Siyonistlerin yıllar öncesinde mektup yoluyla yaydıkları "Şeyh Ahmet Vasiyetnamesi"ni araştırmanızı öneririm.

Yani günümüzde dijital iletişim kanalları kullanılarak yapılan ve özünde çeşitli ideolojik menfaatler veya art niyetler barındıran bu çalışma yeni değil.

Zamana göre şekil değiştiriyor.

İslam'a karşı ve Müslümanların inançlarını tereddüte sevk etmek niyetiyle başlatılan bu çalışmada ilk önce efendimizin ismi ve rüyaları zikredilerek kafa karıştırıldı. Sonra Kur'an'dan ayetler ve hadislerle süslenmiş içeriklerle insanlar şüphe ve tereddütlere gark edildi. Akabinde Müslüman din alimlerinin sözleriyle bezenmiş içeriklerle kalplere vesvese tohumları ekilmeye çalışıldı.

Farkındaysanız kademeli olarak içeriklerin niceliğinin azaldığı bir süreç izleniyor. Bu demektir ki belli bir seviyede istediklerine ulaşmışlar ki artık bunlara ihtiyaç kalmamış ve spiritüalizm üzerinden hurafe mekanizması çalıştırılmaya başlanmış.

Yani artık mesele iyiden iyiye sıradanlaştı!

Bu yazılı ya da sözlü mesaj içeriklerinin yerini artık "777, aldım kabul ettim..."ciler aldı.

Görsel medya, yazılı medya, sosyal medya ve bilumum gruplarda bu 777'ciler karşımıza çıkıyor. İnsanlar bu rakamların getireceği şans ve mucizelerle hemen arkasından sıralanan dileklerin yerine geleceğine inanıyorlar.

Gençler arasındaysa bu 777 sözcüğü dilden dile viral haline geldi.

Bunların özellikle inancı zayıflatmaya yönelik birer tuzak, aldatma, hile, oyun olduğunu anlayamayan ve hayalperest bir meşguliyetle önce inançlarına sonra ahlak sınırlarına zarar veren Müslümanlar; iman ve anlayış noktasında zaafa düşmeye başladılar. Şüpheler, tereddütler ve vesveseler oluştu.

Kanaatimizce bütün bu şaklabanlıklar inanç boşluğunun ya da neye niçin inandığını bilmemenin bir sonucu. CHP zihniyetinin toplumu dinsizleştirme, en azından bilinçsiz hale getirme çalışmalarının insanımızda oluşturduğu iman zafiyetini işte böyle birtakım açıkgözler dolduruveriyor.

Medyumların, spritüalistlerin, astrologların ve dahi bilumum şarlatanların bu kadar rağbet görmesinin ve milyonlarca takipçiye ulaşmasının başka bir izahı olamaz.

Bilgi, fikir, düşünce içerikli kitaplar 1000 adet bile satamazken 777'cilerin yazdığı kitaplar milyonlar satıyorsa, birileri sattıkları bu kitaplardan veya verdikleri tavsiyelerden dolayı milyonlarca lira kazanmaya başlamış ve bu insanlar adeta birer "kanaat önderi" haline gelmişse bunu yine ancak inanç boşluğunu istismar gayretlerinin bir sonucu olarak görebiliriz.

İnsanın bir acziyet içinde olduğunun ispatıdır bu.

Bir olan Allah'ı terk edip sonrasında açılan kaçınılmaz boşluğu doldurmak için binlerce mit ve efsaneye sarılıyor insan.

Ne acıdır ki bugün Taksim gibi bir yerde falcılar sokağı bulunuyor. Sadece Taksim'de mi? Hayır! Başta Kadıköy olmak üzere birçok yerde ve mekânda falcılara rastlamak mümkün.

Eğer geçmişteki "Bu yazıyı 10 kişiye göndermezsen"ciler ya da günümüzdeki "777"ciler haklı olsaydı yaşamış olduğumuz hiçbir sıkıntıyı yaşamamış olacaktık. Çünkü bu insanlara inanıp yazıları başkasına gönderenler ve dilek ve temennilerini evrene salanların sayısı o kadar fazla ki...

Demek ki inanç boşluğunun yerini hiçbir şey dolduramıyor. Umut ve inanç tacirlerinin yanından yüzlerinde geçici gülümsemelerle ayrılanlar bir müddet sonra gerçeğin tokadını yiyerek acı bir şekilde kendilerine geliyorlar.

Teknolojik ilerlemelere ve sosyal değişikliklere rağmen, insanoğlunun temel ihtiyaçlarından biri olan inanca bu derin özlem hiç değişmedi.

Belki de gerçek anlamı bulmak, tatmin olmak ve mutluluğu kucaklamak için en eski inançlarımıza, en saf duygularımıza; fıtratımıza geri dönmeliyiz.

Çünkü duygularımız köreldi. Aklımız bocalamaya başladı.

Duygularımızı ve aklımızı bir araya getiremedik. Bunların bir araya gelmesinden hasıl olacaktı asıl insan, bunu bilemedik.

Her şey asli vazifesini yerine getirdiğinde fıtratını yaşar ve bu fıtrat yaşanmışlığıdır insanı tatminkâr kılan. Günümüz depresyonlarının ve ruh hastalıklarının yegâne kaynağı da budur belki.

Ancak bu şekilde, modern dünyanın ürünü olan inanç tacirlerinin etkisinden uzak kalabiliriz.

Çünkü öyle anlaşılıyor ki "Yedi, Yedi, Yedi"cilerin yaptığı şeyler birer "Yemedi, Yemedi, Yemedi" olarak yarınlarda acı bir tokat olup geri dönecek.