Bütün bir geçmişi 'at hırsızları' diye suçlayan 'şeref ve haysiyet hırsızları'na ne demeli?

Geçen hafta, tarihçi ve de akademisyen geçinen birisi, bizim geçmiş asırlarımızı zann altında bırakmak için, 'Selçuklu ve Osmanlı Devleti'ni kuranlar'ın 'at hırsızları' oldukları gibi laflar etmiş.

Meşhur olmak için, 'zemzem kuyusunu kirletmek'ten kaçınmayan tiplerden bahsedilir ya. Bu da onlardan birisi herhalde.

Doğrudur, savaşlarda hasmıyla savaşırken veya savaşta karşı tarafı yenilgiye uğrattığında, hasmının bir takımdan zenginliklerine 'ganimet' olarak el koyar. Ve bilir ki, hasmına yenilseydi, o taraf da kendisinin maddî zenginliklerine 'ganimet' olarak el koyacaktı. Bu açıdan, taraflar hele makineleşme çağı öncesindeki savaşların en gerekli savaş araçlarından birisi olan hasım tarafın 'at'larını ele geçirmeye çalışmaları gayet tabiîdir.

'At hırsızı' demek için, savaş dışındaki insanların mallarına el uzatmak, onlardan mallarını zorla almak gibi bir durumun olmasının gerçekleşmesi lâzımdır.

Osmanlı ordularının Viyana'ya doğru giderken, içinden geçmek zorunda kaldıkları üzüm bağlarından veya meyva ağaçlarından meyvalar koparıp yemek zorunda kalmaları halinde, o üzüm bağlarına veya meyva ağaçlarının dallarına, aldıkları o meyvaların muhtemel bedellerini bir çıkına sarıp astıklarını, sadece Müslüman tarihçiler değil, 'karşı taraf'ın tarihçileri de nakletmişlerdir.

Haydi onları fazla destansı buluyorsanız; 'Hamas' mücahidlerinin 7 Ekim 2023 sabahı Siyonist İsrail rejiminin en aşılmaz-geçilmez zannedilen savunma hatlarını öngörülemez üstün zekâ yöntemleri ve kahramanlıkla aşıp, kendi elemanlarından hattâ 13-14 yaşlarından çocuklardan yüzlercesinin ve kadın-erkek, 8-10 bin kadar sivil insanların zindanlarda tutulmasına karşı, bir pazarlık konusu yapmak ümidiyle, Siyonist rejimin tebâı olan kimselerden birkaç yüz kişiyi rehine aldıkları günü hatırlayalım.

O günü hem de dünya televizyonlarına anlatan bir Yahudi kadın, 'Hamas' elemanlarının eve girdiklerinde çok korktuklarını; hareketsiz beklediklerini, onların da o kendilerine, 'Biz Müslümanız, Kur'an'a aykırı bir şey yapamayız, bizden korkmayınız.' diye söz verdiklerini ve kendilerini teskin ettiklerini ve sonra da bir Hamas eylemcisinin, evdeki buzdolabını açınca orada gördüğü 'muz'u alıp, 'Yiyebilir miyim?' diye kendilerinden izin istediğini' anlatmıştı.

Dahası, 30 yıl öncelerde, Bosna'da, 'medenî' (?) Avrupa'nın ortasında, sırf Müslüman oldukları için 250 bine yakın insan, yıllar boyu her türlü zulüm ve ahlâksızlıkla katledilirken, Bosnalı mücahidler de o şanlı İslamî direnişin büyük lideri Aliya İzzet Begoviç'e gelip, 'Efendim, Sırb milisleri her zulüm ve ahlâksızlığı yapıyor. Siz ise bize, asla Kur'an'a aykırı bir tavır içinde olmamamızı emrediyorsunuz. Müsaade ediniz de, biz de onları onların yöntemiyle, onların yaptığı usâllerle korkutup sindirelim, başka çaremiz yok!' dediklerinde; o büyük insan, savaşın en buhranlı anlarında bile, emrindeki mücahidlere, 'Onlar bizim öğretmenimiz değil, düşmanımız. Nasıl savaşılacağının kurallarını biz onlardan değil, İslâm'dan öğreneceğiz.' şeklinde karşılık verdiğini hatırlayalım.

Evet, İslam, bizim hayatımızı böyle şekillendirir, şekillendirmelidir. Eğer, istisnaî bir takım örneklerden söz edilecekse, istisnalar genel kural halinde ifade edilemez. İslam'ın hükümlerini bilerek veya bilmeyerek kaale almayan ve amma kendilerini yine de Müslüman olarak niteleyenler ise, en azından, büyük günahkârlardırlar ve o gibi istisnaî örnekler görüldüğünde ise, öylelerinin Müslüman yöneticilerce cezalandırıldığına pek çok örnekler vardır.

Böyleyken, bir takım sözde tarihçi veya akademisyen sıfatlı kişilerin, gündemde yer almak istercesine, asırlarca söylenmemiş bir töhmeti, Selçukoğulları veya Osmanoğulları'nın kuruluş yıllarına yönelik olarak, 'At hırsızlarıydılar!..' şeklinde nitelemesi, veya geçmiş asırların daha nice Müslüman topluluklarına da vurabilecekleri töhmetler, onlara bir leke getirmez, ama bu gibi hezeyanları pervasızca, frensizce söyleyenlerin, şerefli insanlara kara çalan, haysiyet düşkünü kimseler olduklarını ifade etmek de bizim savunma hakkımız olur.

Ama o gibi gelişi-güzel töhmetlerden sakınmayan tipler, insanlık tarihinde ve bugün de galip gelenlerin yenilgiye uğrattıkları tarafın, ülkenin ve halkın bütün zenginliklerini yağmaladıklarını bilmiyor olamaz. Sadece daha 20 yıl öncelerde Amerikan güçlerince işgal edilen Bağdat'ın hemen bütün maddî ve tarihî zenginliklerinin nasıl yağmalandığını hatırlamalılar.

Esasen, çağımızın emperyalist güçlerinin her birinin, başka toplumların, sömürgecilik yöntemiyle yağmaladıkları zenginlikleriyle daha bir emperyalist olduklarını bilinmiyor mu?

Dahası, bugün de, Siyonist haydutlar çetesi konumunda olan İsrail rejimi güçlerinin; aylardır ağır bombardımanlar altında yıktıkları ve halkın kaçırıldığı Gazze'de, yıkılan o binlerce evlerde, ölenlerin veya başka yerlere kaçmaya zorlananların, yükte hafif, pahada ağır zenginliklerini, altınlarını alıp kendi aile ve yakınlarına hediye olarak gönderdiklerine dair, kendi çektikleri sevinçli video kayıtları da bizlere bir şeyler düşündürtmüyor mu?

*

Bu arada, dün sabah Sarıkamış Faciası'nın 110'ncu yıldönümü dolayısiyle o facianın 'şehidlerini anmak adına, bazı kanallarda, tarihçi geçinen bazılarınca, Enver Paşa'ya yönelik saldırgan ifadelerin asıl hedefinin ne olduğuna da, gelecek yazıda değinelim inşallah.