Evet... Kürtlere, ''Terörist'' gözüyle bakmak, PKK'ya hizmettir!

Millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu "Milyonlarca Kürt'e terörist muamelesi yapılıyor" uyarısını sık sık tekrarlarken, müttefiki Akşener de bu iddiayı destekliyor ve "Bu bir felakettir" diyor.

Gerçekten Kürtlere "PKK'lı" gözüyle bakmak, teröre hizmet etmektir. Ve gerçekten devlet, yıllar boyunca bütün Kürtlere "terörist" gözüyle bakmakla kalmamış; aynı zamanda "terörist" muamelesi yapmıştır.

O halde gelin; tam da terörün can çekiştiği bir dönemde, PKK'ya can suyu anlamına gelen bu "kritik" uyarılara kulak asalım ve biraz "geriye" çekilerek fotoğrafın bütününe bakalım.

Kürtler, bu coğrafyanın en "dindar" ırkıdır. Kürtlerle Türklerin dostluğu, "İslâm" ortak paydasına dayanmaktadır. Anadolu'nun kapılarını Türklere açan Malazgirt Zaferi, Selçuklu-Mervanî ittifakıyla kazanılmıştır. Sonraki yıllarda da devam eden bu Kürt-Türk ittifakı; nice zaferlere imza atmıştır. Mesela Kudüs'ü Haçlı işgalinden kurtaran Selahaddin-i Eyyubî Kürt'tür.

Osmanlı'yı parçalamaya çalışan İngilizler, özellikle Arapları ve Kürtleri; "Bağımsızlık" vaadiyle ayaklandırmak için yıllarca çaba sarf etmiştir. Arapların aksine Kürtler bu oyuna gelmemiştir. Bu entrikanın farkında olan ve başlatacağı Anadolu Hareketi'nde Kürtlerin önemini çok iyi bilen Mustafa Kemal Paşa, Samsun'dan yola çıkarken, Kürt liderlerden Cemilpaşazâde Kâzım'a gönderdiği 11 Haziran 1919 tarihli telgrafta, "Bağımsız bir Kürdistan İngilizlerin plânıdır. Ancak, Kürt kardeşlerimizin merbutiyetini (aidiyetini) teminat altına almak için gerekli hak ve imtiyazları verme yanlısıyım" demişti. (Andrew Mango, "Öz kardeş"ten "inkâr"a, Derin Tarih, Kasım 2014, s. 56-67.)

Nitekim İstiklâl Savaşı'na verdikleri desteğe "teşekkür" için 1921 Anayasası'nda Kürtlere "muhtariyet" hakkı verilmiş ve 11. Madde ile de bu özerkliğin çerçevesi çizmişti.

Ancak 1923 sonunda CHP'nin (Halk Fırkası) kurulmasıyla birlikte estirilen "Değişim" rüzgârı, Kürtler de fena sallamıştı!

"4 ilke"den biri olan "Milliyetçilik", tek parti icraatına; "ırkçılık" olarak yansımıştı. Müslümanlara karşı yürütülen operasyonların da muhatabı olan Kürtler, "çifte mağdur" durumuna düşmüştü.

Nitekim 1924'te Hilafetin kaldırılmasına, "Türklerle ortak paydamız ve devletle bağımız koparıldı" diye tepki gösteren Şeyh Said'in 1925'teki kıyamı; "Kürt İsyanı" olarak yansıtılmış ve keskin politika değişikliğine gerekçe yapılmıştı.

Bazı örneklerle bu süreci somutlaştırmaya çalışalım...

KÜRTÇE KONUŞAN İSTİKLAL MAHKEMESİNE...

Meclis Başkanı Abdülhalik Renda'nın hazırladığı ilk "Kürt Raporu", "CHP Zulmü"nün "navigasyonu" olmuştu. Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgede "Türkleştirme" yapılmasını öngören rapor, Kürtlerin; kendi dillerini konuşmasını "Milli aidiyete darbe" olarak görmektedir!

Bu rapor ışığında, 8 Aralık 1925'te başlatılan "Güneş-Dil Teorisi" ve "Vatandaş, Türkçe konuş!" kampanyalarıyla, "Kürt ve Kürdistan" ibareleri yasaklanmıştı! Nitekim 24 Eylül 1925'te yayınlanan "Şark Islahat Plânı"nın 13. Maddesi'nde Kürtlerin yaşadığı il ve ilçeler sayılıyor ve "Buralardaki devlet dairelerinde, mekteplerde, çarşı ve pazarda Türkçeden başka lisan kullananlar devlete karşı gelme suçuyla cezalandırılır" deniyordu. "Devlete karşı gelmek" ise "idam mangası" gibi çalışan İstiklâl Mahkemesi'nin sahasına giriyordu.

Kürtlerin TSK'dan ayıklanması konusunda da özel çaba sarf ediliyordu. 1928 yılında Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın imzasıyla Askerî liselere gönderilen "gizli" emirle, "Kürt çocuklarını ayıklayın" talimatı verilmişti!

Çarpık CHP zihniyeti; batıdaki okullardan "Kürt'sün" diye attığı öğrencilerin doğudaki okullarda okuyan kardeşlerine de, her sabah "Türk'üm..." dedirtiyordu!

CHP'nin Kürtlüğü ve Kürtçeyi yok etme operasyonu, Kürtlerin yoğun yaşadığı köy ve şehirlerde ise korkunç bir "katliam"a dönüşmüştü.

Şeyh Said İsyanını bahane eden devlet, Kurtuluş Savaşı'nda şehit düşen Kürtlerin köylerine; günlerce bomba yağdırmıştı! Ağrı'da yürütülen katliamlardan kaçarak Zilan Deresi'ne sığınan 15 bin Kürt imha edilmişti! (Cumhuriyet, 16 Temmuz 1930) Bu sayı, Kürt yazar Hesen Hişyâr Serdî'ye göre ise 47 bin idi!

CHP Hükümeti, 1931'de çıkardığı 1850 sayılı kanunla, bu katliamları "suç" olmaktan çıkararak memurlarını korumuştu!

Zaten onları teşvik eden bizzat Başvekil İsmet Paşa idi. 31 Ağustos 1930 tarihli Milliyet'e verdiği demeçteki, "Bu ülkede sadece Türkler ırksal hak talep etme hakkına sahiptir. Her ne pahasına olursa olsun, ülkemizde yaşayanları Türkleştirecek, karşı çıkanları yok edeceğiz" demişti.

BAKAN'DAN KOMUTANA: ONLARI MAĞARAYA GÖM...

Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Tunceli 4. Umum Müfettişi Abdullah Alpdoğan'a 26 Nisan 1937'de gönderdiği "Çok gizli" mektupta şu inanılmaz ifadeleri kullanmıştı:

"Yakıcı ve boğucu gaz talep etmişsin. Hükümette bazı kendini bilmezler, taleplerinin karşılanmaması için çalışıyor ama başarılı olamadılar. Cumhurreisimiz ve Başvekilimiz taleplerinin derhal tedarik edilerek yerine ulaştırılması emri vermişlerdir. Bütün şakileri o mağaralara göm, göm ki bir daha canlanmasınlar."

Bu katliam talimatının aynen yerine getirildiğini yine Şükrü Kaya'nın "teşekkür" mektubundan anlıyoruz:

"Muhterem Komutan, Mağaralarda kullanılan gazların şakileri tamamen bertaraf ettiğini bildirmişsin. Gazan mübarek olsun. Madalya ile taltif edileceğini bildirmek isterim."

Bakan bey, matbuatı uyarmayı da unutmamıştı! Cumhuriyet'in sahibi Yunus Nadi'ye gönderdiği mektupta, "Muhabirinizin çektiği; Dersim'in Islahı Projesi fotoğraflarını bakanlığımıza iade ediniz" diyordu. Ayrıca 4 Temmuz 1937 tarihli gazetede çıkan haberi beğendiklerini belirterek, "Harekât" ile ilgili haberlerin bakanlıkça kontrol edildikten sonra yayınlanması konusundaki mutabakatı hatırlatmıştı. Hükümetin beğendiği haberde, Kürtleri imha eden asker, "Kahraman Türk Çavuşu..." başlığıyla övülmüştü!

ÇAĞLAYANGİL, KILIÇDAROĞLU'NA DERSİM KATLİAMINI ANLATTI

CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun memleketi olan "Dersim'in temizlenmesi"ne özel önem veriliyordu. Köylerin nasıl yakılacağını anlatan "Eşkıya Takibi ve Mağara Aramaları İçin Talimatnameler" el kitabı hazırlanmıştı.

Operasyona katılan pilot Sabiha Gökçen, "Canlı ne görürseniz ateş edin emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk" demişti!

Köylerin ve mezraların nasıl yakıldığını, mağaralara sığınanların ise zehirli gazla nasıl imha edildiğini İhsan Sabri Çağlayangil, Dersim Katliamını merak eden Kemal Kılıçdaroğlu'na, 1986 yılında; açık yüreklilikle her şeyi anlatmıştı:

"(Kürtler) mağaralara iltica etmişti. Ordu, mağaraların içinde zehirli gaz kullandı. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu." (Ses kaydı: https://www.dailymotion.com/video/x15ws9r)

Kılıçdaroğlu, çok merak ettiği bu çarpıcı ayrıntıları nedense hiç dile getirmemişti! (Soner Yalçın, Kılıçdaroğlu Sordu, Çağlayangil Yanıtladı. Konu: Dersim, Hürriyet, 22 Ağustos 2010)

Hızını alamayan CHP Hükümeti, Almanya'ya peşin para göndererek; kemikten geçerek iliği yakan "İperit (Hardal) gazı" siparişi verilmişti. Bu gazın nerede kullanılacağı sorusuna, Kürtleri kastederek "Eşkıyaya karşı" cevabı verilmesi üzerine Almanlar, "Biz bu gazı devletlerin, kendi milletine kullanması için üretmedik" diyerek, parası ödendiği halde göndermemişti. Harekât bittikten sonra gönderilen 30 ton zehirli gaz, Mamak'ta bulunan Gaz Kimya hanesi yakınındaki tel örgülü arazide; açıkta duran bidonlarda yıllarca bekletilmiş ve 1950'den sonra imha edilmişti. (İşgale Benzer Hıyanetler, s. 97)

Tek parti yönetimi ırkçılığa doymuyordu! İşi "kafatası taraması"na kadar götürmüşlerdi. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, (geleceğin Millî Eğitim Bakanı) Reşid Galip ve (geleceğin Başbakanı) Şemsettin Günaltay, 10 ayrı ekip ile Anadolu'nun 10 değişik bölgesinde 40 bin kişinin kafatasını ölçerek "Türk" olup olmadıklarına karar vermişti! Kafatası ölçüm sonuçlarının açıklandığı, 18 Eylül 1930 Gölcük Yaylası'ndaki basın toplantısında Bakan Bozkurt, "Türk vatanında, 'öz Türk' olmayanların bir hakkı vardır, o da Türklere hizmetçi; köle olmaktır" demişti. (Aydın Engin, Cumhuriyet, 21 Eylül 2014)

Kürtlere yönelik CHP zulmünü burada anlatmakla bitiremeyiz. Daha nice vahim ayrıntıları merak edenler, bu konuda yazılmış kitaplara müracaat edebilir. Biz sonraki döneme geçelim...

BU ZULÜMLERİ, DARBECİLER DE AYNEN DEVAM ETTİRMİŞTİ

DP iktidarında bırakılan Kürtleri yok sayma politikası, devlet yönetiminde CHP zihniyetini hâkim kılmak için yapılan 27 Mayıs darbesiyle tekrar hortlamış, cuntacılar; darbeden dört gün sonra 485 Kürt lideri, Sivas'taki sürgün kampında toplamıştı.

Millet Meclisi'nde "Kürt ve Kürtler" demek bile yasaklanmıştı. İnkâr hastalığı öylesine depreşmişti ki, Diyarbakır'a giden Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, kendisini dinleyen Kürtlere, "Bu memlekette Kürt yoktur. 'Kürdüm' diyenin suratına tükürürüm!" demişti!

5 Ekim 1960 tarihinde, güya uzun vadeli stratejiler geliştirmek için kurulan Devlet Planlama Teşkilatı, kalkınma projelerine(!) "Doğu'nun Türkleştirilmesi" ile başlamıştı! "Karma" yatılı okullar açarak ve Türk erkekleri; Kürt kadınlarla evlendirerek Türklük bilinci(!) vereceklerdi!

CHP'nin ırkçı tavrını, 12 Eylül 1980 darbecileri de; katılaştırarak sürdürmüştü. 19 Ekim 1983 tarih ve 2932 sayılı kanunun 2. Maddesinde, "Türkiye'nin tanıdığı devletlerin birinci resmî dili dışındaki herhangi bir dilde düşüncelerin açıklanması ve yayınlanması yasaktır" deniyordu.

"Kürtçe yasağı bunun neresinde" diye düşünebilirsiniz. "Kürtçe" ifadesini kullanmamak için, "Irak'ın 2. resmî dili olan Kürtçe ile..." demek istemişlerdi!

"Bilinmeyen dil" faciası, Kılıçdaroğlu'nun iddia ettiği gibi Meclis'te değil, mahkeme salonlarında yaşanmıştı. CHP zihniyetinin hâkim olduğu dönemde, Türkçe bilmediği için Kürtçe ifade veren Kürt vatandaşlarımız için düzenlenen tutanaklarda "Bilinmeyen dil" tabiri kullanılmıştı.

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ, CHP ZULÜMLERİNİN ACI MEYVESİDİR

Doğu Anadolu'da "Kürdistan" adında kullanışlı bir uydu devleti kurmakta başarılı olamayan İngiltere, Chatham House analizlerinden sonra strateji değiştirmiş, ortam; tahrik ve istismara hazır hale gelince "2. aşama"ya geçmiş ve 27 Kasım 1978 tarihinde, Diyarbakır'ın Lice ilçesinde, "Kürdistan İşçi Partisi"ni (PKK) kurmuştu. İlginçtir, "Kürtleri kurtaracağı" iddia edilen PKK'yı kuran 22 kişiden 10'u, Kürtlerin katili olan CHP'li "Türk"lerden oluşuyordu. (İşgale Benzer Hıyanetler, 101)

İstismar örgütü PKK'nın ve istismar siyasetçisi HDP selefinin kurulmasıyla, Kürtlerin çilesi de şekil değiştirmişti! Kürtleri imha etmekle bitiremeyen; inkâr etmekle değiştiremeyen "CHP zihniyeti", PKK eylemlerinin yoğunlaşmasıyla birlikte de, "terörist" ilan etmişti! Marksist bir örgüt olan PKK'nın işlediği vahşi cinayetlerin faturasını, Kürt mütedeyyinlere kesmekte hiç zorlanmamışlardı!

Bu çirkin yakıştırma, Kürtlere; zehirli gaz katliamlarından daha büyük zarar vermiş, örgüte ise görülmemiş destek sağlamıştı! Terör örgütünü hızla büyüten "mümbit" bir ortam oluşmuştu! Bırakın "terörist yetiştirme okulu" gibi çalışan Diyarbakır Cezaevi'ni, devletin herhangi bir dairesine hatta hastanesine yolu düşen en mutedil Kürt bile, oradan "devlet düşmanı" olarak çıkıyordu! Yani devlette yuvalanmış CHP zihniyeti Kürtleri ısrarla PKK'ya itiyordu!

Aralarından biri de, "Bir Kürt ailenin çocuğu dağa çıkmışsa bunun sorumlusu o mağdur anne-baba değil; devlettir" demiyordu! Nasıl bir hıyanet çarkı dönüyorsa, "PKK" ile "Kürtler"in ayrıştırılmasına izin verilmiyordu! Zaten CHP'nin hazırladığı bütün "Kürt Raporları"nda, terörün ancak "güvenlikçi" politikalarla; yani Kürtlere zulümle önlenebileceği savunuluyordu!

"BİSSE"YE, DGM'DE "EDİ BESE" SORGUSU!

CHP zihniyetli asker ve bürokratın bu Kürt düşmanlığı maalesef 2000'li yıllara kadar kadar devam etmiş, hatta "laiklik şartı" haline getirilmişti. 1999'da "Yılın Sanatçısı" seçilen Ahmet Kaya, ödül töreninde "Yeni albümde bir Kürtçe şarkı olacak" dediği için salondaki "laikler" tarafından küfür ve çatal-bıçak yağmuruna tutulmuş, linçten garsonlar sayesinde kurtulmuştu. Şimdi Kürt kardeşlerinden(!), CHP'ye oy isteyenler o gün sahneye fırlayıp "10. Yıl Marşı" söylemiş, peşinden bir de "Bir Başkadır Benim Memleketim" şarkısı patlatarak, Kürtlere "Defolun" demişti!

Bu paranoya o kadar ileri gitmişti ki, meşhur "BİSSE"nin sahibi Mustafa Kefeli, Adana DGM'de "Senin firmanın ismi Kürtçe "EDİ BESE"yi (yeter artık) çağrıştırıyor, bu ismi özellikle mi seçtin" diye sorgulamıştı!

Devlet, batıda baş edemediği bütün soytarı bürokratları; "Sürgün Bölgesi" diye isimlendirdiği Doğu ve Güney Doğu illerine gönderiyor, onlar da sürülme hıncını Kürtlerden alıyordu. Askerin, "terör örgütüyle mücadele" adı altında Kürtlere yaptığı zulüm ve işkencenin haddi hesabı yoktu ve bu zulümler, terör örgütü için âb-ı hayat anlamına geliyordu!

2008 yılında; biz yayın yönetmenlerine "Terörle Mücadele Brifingi" veren Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, "5 bin civarında terörist var. TSK bu sayıyı defalarca sıfırladı ama hâlâ 5 bin terörist var" demiş ve terörün sadece silahlı mücadele ile bitirilemeyeceğinin ısrarla altını çizmişti! Ama ne gariptir ki, Kürtlere yaptıkları zulümlerle terör örgütünü asıl kendileri besliyordu!

AK PARTİ YANLIŞI DÜZELTTİ, PKK DARBE YEDİ

Birçok kronik hastalık gibi teröre de kalıcı çözüm arayan Erdoğan ve AK Parti iktidarı, terörü besleyen en büyük yanlışın, onlarca yıldır devam ederek kemikleşen "Kürt=PKK anlayışı" olduğunu görmüştü. Ancak, devlet politikası haline getirilen bu uygulamanın düzeltilmesi hiç de kolay değildi. Hatta Adnan Kahveci, Eşref Bitlis gibi dehalar, Kürtleri; terör örgütünden ayırma yoluna kurban gitmişti! (Ayrıntılar için: Hıyanetler, 101-121)

Terörü bitirmenin, Kürt vatandaşlarımız ile teröristleri kesin bir biçimde ayrıştırmaktan geçtiğini çok iyi gören Erdoğan, bütün engellemelere rağmen; çok yönlü bir tedaviye girişmişti. Doğu'da görevlendirilecek mülki amirden öğretmene kadar bütün memurların seçiminde kılı kırk yarmış, mezralarda yaşayanlara kadar bütün Kürtler; devletin güvenlik şemsiyesine alınarak PKK esaretinden kurtarılmıştı.

"Çözüm Süreci" her ne kadar devletteki CHP zihniyetli kalıntılar ve FETÖ işbirliğiyle sabote edilmiş olsa da, yarım kalan haliyle bile çok önemli katkı sağlamıştı. Kürtler, terör örgütü elinde bir istismar malzemesi olduğunu anlamış, 2015'teki "Özyönetim" dedikleri yüzleşme sayesinde PKK'nın; azılı Kürt düşmanı olduğunu yakından görmüştü!

Tam bu dönemde HDP'li Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde başlayıp, 2019'dan itibaren de HDP İl Başkanlığı önünde devam eden "Evlat Nöbeti", bütün Kürtlerin; teröre ve terör örgütüne, Diyarbakır Anneleri üzerinden isyanı anlamı taşıyordu.

Nitekim iktidarın ısrarla sürdürdüğü, "PKK'ya darbe; Kürtlere şefkat" ilkesiyle, Kürtlerin devlete güveni artmış, böylece; terörle mücadelede de sonuç alınmıştı.

Şanlıurfa Valisi İzzettin Küçük 10 Haziran 2015'te, sadece o bölgeden 6 ayda 3 bin çocuğun dağa çıktığını açıklamıştı. Buna karşılık İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun Ağustos 2022'de yaptığı "Terör örgütüne 2015'te 5 bin 584 kişi gitmişti bu yıl ise 30 kişi gitti" açıklaması, devletin bu tutum değişikliğinin; sahadaki sonuçlarını çarpıcı biçimde yansıtmaktadır. Terörle mücadelede bugün gelinen başarıda, teknolojik üstünlüğün yanı sıra asıl etken, PKK'dan tamamen ayrıştırıldığı için devletine güvenen Kürt vatandaşlarımızın terör örgütüne lojistik destek vermemesidir.

Tamamen vaka ve saha üzerinden ortaya koyduğumuz manzara böyle iken, HDP uydusu CHP ve CHP uydusu İYİ Parti liderlerinin, seçime gittiğimiz şu günlerde "Kürtlere PKK'lı muamelesi yapılıyor" türü ifadeleri, bölgedeki gerçeklerle örtüşmemektedir.

Algı oluşturma amaçlı bu söylemler, Kürdüyle-Türküyle 85 milyonun aklıyla alay etmektir. Zira bu çarpıtma, "Kürtler, dedelerini kimin katlettiğini bilmiyor; bilse de önemsemiyor" düşüncesinin ürünüdür!

7'Lİ KOALİSYONDA KÜRT İSTİSMARI

Öte yandan; Kürtlerden oy istemeye yüzü olmayan, kendilerinin ifadesiyle Ankara'nın öbür tarafına geçemeyen CHP, "marjinal stratejiler" deneyen Kılıçdaroğlu döneminde, hızlı bir savrulma yaşamıştır.

HDP üzerinden Kürtlere ulaşma teşebbüsü son derece enfeksiyonlu bir denemedir. Çünkü Kürtleri HDP'nin temsil ettiğini düşünmek, HDP'ye oy veren Kürtlerin PKK'lı olduğunu düşünmek kadar yanlıştı!

Nitekim bu tehlikeli gidişe, CHP'deki ulusalcılar itiraz etmişti ama hepsi partiden temizlenmişti! Hatta 15 Şubat 2016 günü yayınlanan Tarafsız Bölge'de, "CHP, terör konusunda çizgiyi HDP çizgisine taşıyan bir açılıma girdi" uyarısında bulunan Baykal bile aforoz edilmişti!

Kılıçdaroğlu, "Kürtlerle barışmak" ambalajına sardığı bu tehlikeli stratejiyi ısrarla sürdürerek, HDP'ye doğru hızla kayarken, kendini HDP ambalajına sarılı PKK'nın yanında bulmuştu. Nitekim 2015 seçimlerinde "Türkiye Partisi" görünmek için yoğun çaba sarf eden HDP, bugün asla böyle bir iddia da bulunmadığı gibi "Doğu'ya özerklik, Öcalan'a özgürlük" söylemleriyle; tamamen Kandil'in kucağına oturmuştu!

Bu sebeple Kılıçdaroğlu, "Kürtlerle barışma" amacıyla çıktığı yolda, Akşener başta olmak üzere bütün ortaklarını da Kandil'e ipotek etmişti! Kandil'den her gün yapılan, "Kılıçdaroğlu'nu destekleyin" garabetine karşı tek kelime söyleyememenin asla başka bir izahı yoktur. Nitekim propaganda için en küçük fırsatı değerlendiren Kılıçdaroğlu, Diyarbakır'a gitmiş ama Kürtlerin asıl temsilcisi olan Diyarbakır Anneleri'nin yanına gidememiştir! Hakeza; "anne"liğini siyasî fırsata çevirmede pek mahir olan Akşener de, PKK mağduru bu çileli anneleri hiç fark edememiştir!

Diyarbakır'a kadar giden bütün CHP yöneticilerinin, geniş tabanlı bir Kürt Sivil Toplum Örgütü" diyebileceğimiz "Diyarbakır Anneleri"nin değil de, onlara zulmeden HDP'nin yanında yer alması, CHP'nin genetik hastalığının aynen devam ettiğini göstermektedir. Zaten Kılıçdaroğlu da her fırsatta laiklere, "Merak etmeyin, CHP'nin çizgisi kıl kadar değişmedi" mesajı vermektedir.

Ayrıca CHP, "Kürtlere hizmet" ile "Kandil'e hizmet"i karıştırmaktadır. Sınır ötesi harekâtlara "Hayır" demek, AB'ye "Terör operasyonlarını durduracağız" vaadinde bulunmak, Kürtlere mi yoksa PKK'ya mı müjde vermektir? Bu durumda, CHP; terörü kaynağında kurutan bu operasyonlar sayesinde rahat uyuyan Kürt çocuklarına bu huzuru çok gördü demektir!

Peki, Kılıçdaroğlu'nun HDP ile gizli görüşmede verdiği "Özerklik" sözü, Kürtlere mi yoksa Kandil'e mi hizmettir? PKK, Kürtlere yaklaştıkça zulmü arttıran bir örgüttür. 2015'teki son "özerklik" kalkışması, Kürtlerin hatırlamak bile istemediği "vergi ambalajlı haraç" ve "yargılama kılıflı infaz" kâbuslarıyla doludur!

BU SÖYLEMLER, CAN ÇEKİŞEN PKK'YA "CAN SİMİDİ" ATMAKTIR

AK Parti iktidarlarının yürüttüğü sağlıklı politika sayesinde, taban desteğinden mahrum kalan PKK, silahlı mücadeleyi de kaybetmiş olup, Kandil'den her gün feryatlar yükselmektedir. Gel gör ki; tam bu aşamada seferber olan CHP öncülüğündeki muhalefet, iflas etmiş örgüte can suyu vermektedir. Bugün PKK terör örgütünü ayakta tutan tek bağ, CHP ve CHP zihniyetli sözde aydın ve akademisyenlerin; "Kürt Siyaseti" aldatmacası üzerinden verdiği "nitelikli destek"tir.

Kılıçdaroğlu siyasî hırsı uğruna tehlikeli bir adım atmış ve Kürtler=PKK fitnesini başlatarak tekrar başa dönme çabası başlatmıştır. Zaten CHP'nin, "Kürtler=PKK" anlayışı hiç değişmemiştir. Resmî sitesindeki "terörle mücadele raporu"nun adı bile "Türkiye'nin Kürt Sorununa Bakışı"dır ki, terörle mücadelenin 40 yıl sürmesinin ana sebebi, terörü "Kürt Sorunu" olarak görmektir.

Görüldüğü gibi CHP'nin Kürt düşmanlığı; tıpkı İslâm/Müslüman düşmanlığı gibi genetiktir. Bu CHP'nin, Kürtlerle barışması imkânsızdır. Kılıçdaroğlu'nun, Kürtlerin maruz kaldığı CHP zulmü hakkında, "Bunlar çok yanlıştı, kınıyoruz ve Kürtlerden özür diliyorum" demediği sürece, "Kürt" güzellemesi yapması siyasî münafıklıktır.

Suçu kabul edip özür dilemeden ve zararı tazmin etmeden yapılan "helalleşme" muhabbeti üçkâğıtçılıktır. Kılıçdaroğlu'nun bu ucuz söylemleri, gittiği her yerde bol bol savurduğu "mavi boncuklar"dan ibarettir.

Bu gerçekler ışığında bakıldığında, Kürtlerin CHP'ye oy vermesi; tıpkı CHP'nin; diğer mağduru olan dindarların oy vermesi gibi eşyanın tabiatına aykırıdır ki, zaten Kürtler de yıllardır bu hataya düşmemiştir.