‘Cezasız suç' ve ‘suçsuz ceza' hem zorbalık hem de acziyet getirir

28 Şubat 1997 Askerî Darbesi ve zorbalık günlerinin ele-avuca sığmaz ve 'küçük dağları ben yarattım..' diyen zamane firavunları edalı; adalet tanımadıkları için, güçlü değil, zorba oldukları apaçık olan darbeci-Kemalist generaller aradan geçen 24 sene sonra da olsa, yargılamalarının uzuuun ve entrikalı savunmalarından sonra, haklarında verilen mahkeme kararlarının Temyiz /Yargıtay tarafından tasdik olunması ve kesin hüküm haline gelmesini takiben nihayet yakalanıp cezaevine konuldular. Çok geç de olsa, yine de hayırlı bir sonuçtur, inşaallah.. Bir toplumda hele de güçlü suçlular cezasız bırakılırsa, bu durum, sosyal bünyeyi daha bir ifsad eder, çürütür; suçluları, zorbaları, kanun tanımazları daha bir cüretli hale getirir.

Cezadan maksat, suç işleyen kişiye, insanoğluna verilen vicdanî hasletlerin istettiği adâlet duygu ve ölçüsüyle bir karşılık vermektir; sadece intikam almak veya toplumda meydana gelen sosyal tepkiyi yatıştırmak değildir. Bir toplumda, cezasız kalan bir suç olursa, o toplumun hâlet-i rûhiyesinde, 'Yapanın yanında kalıyor..' şeklinde bir karamsarlık ve zorbalar karşısında bir geri çekilme ve 'Bana dokunmayan yılan, isterse bin yıl yaşasın' şeklinde teslimiyetçi ruh hali hâkim olur.

Bizim toplumumuzda bu zafiyet durumu ve teslimiyetçi anlayış maalesef çok güçlüdür. Hele de, Müslüman halkımızın inancında yeri olmayan Avrupa kanunlarının uygulamaya geçirildiği son 100 yıla yaklaşan dönemde bu zafiyet daha bir güçlenmiştir. İslâm şeriatına göre yapılan yargılamalarda da yanlış hükümler kurulmuş olabilir elbette; ama, suçlulara, genel olarak, 'şeriatın kestiği parmak acımaz' anlayışınca, baş eğmek düşmüştür.

Bu açıdan, 28 Şubat 1997 Askerî Zorbalık Hareketi'nin en ele avuca sığmaz, kanun ve sınır tanımaz zorba isimlerinden 14 generalin cezalarının kesinleşmesiyle tutuklanmalarına basit bir intikam almak açısından bakmamak gerekir. Bu, en azından, gelecekte benzer zorbalıklara teşebbüs edecek olanlara şimdiden nasıl bir âkıbetle karşılaşacakları hususunda bir gözdağı niteliğindedir. Askerî Mahkemelerin varlığı ise, askerî üst makamlarca verilen emirlere göre yargılama yapan ve, rejimin selâmeti adına karar veren yargılama mekanizmaları oluşlarıyla şöhret kazanmıştı. (Ki, bu sahada, Kâzım Karabekir Paşa'nın M. Kemal'e muhalefet etmesi yüzünden İstiklal Mahkemeleri denilen ve hukuk ve kanunla hemen hiç ilgisi olmayan kurumlarca yapılan yargılama ile; 1940'lı yıllarda İran sınırında hayvan kaçakçılığı yaptıkları gerekçesiyle kurşuna dizilen 33 vatandaşın katli emrini veren Org. Mustafa Muğlalının Demokrat Parti iktidara gelince yargılanması ve verilen idâm hükmünün Temyiz incelemesi sürerken hapiste ölmesi, bu konuda 1-2 istisnâ teşkil eder.)

Son birkaç senedir ki, darbecilere ilk kez olarak hesap sorulmaya başlanmıştır. Özellikle, çoğu emekli veya muvazzaf askerlerin sanık olarak suçlandıkları Ergenekon ve Balyoz ismiyle anılan yargılamalarda verilen cezalar, her ne kadar Anayasa Mahkemesi'nce hak ihlâli yapıldığı ve benzeri birtakım şeklî aykırılıklar bulunduğu gerekçesiyle bozulmuş ise de o yargılamaların yapılabilmiş olması bile devrim çapında gelişmelerdi.

*

Hatırlayalım, 12 Eylül 1980 darbecilerinin yargılanmasını sağlayan anayasa değişiklikleri gündeme geldiğinde, hattâ Tayyib Erdoğan'a muhalif niceleri bile bu gelişmeyi heyecanla karşılamışlar, bazıları da 'böyle bir yargılama yapılamaz..' sanmışlar ve emekli diktatör General Kenan Evren ise, 'Öyle bir yargılama yapılacak olursa, kafama bir kurşun sıkarım..' demiş ve amma o sözünü yerine getirememiş, yargılaması sürerken ölmüştü..

*

Bu vesileyle, Adnan Menderes döneminin önde gelen bakanlarından Samed Ağaoğlu'nun, 'Babamın Arkadaşları' isimli ilginç kitabında çarpıcı sahneler vardır. Samed Ağaoğlu'nun babası, Azerbaycan'da Ahmed Agayef diye bilinen ve Türkiye'ye gelince Ahmed Ağaoğlu diye anılan bir yazardır ve son demlerine kadar, M. Kemal'in yakın çevresinde bulunmuştur. Samed Ağaoğlu kitabında, isim vermeden o dönemin önde gelen isimlerini anlatır. Onların kim olduğunu anlamayı okuyucuya bırakmıştır. Onun 'babasının arkadaşlarından birisi de 'Kel Ali' diye maruf Ali Çetinkaya olup, bu kişi, hukukçu olmadığı halde 'İstiklâl Mahkemeleri'nin en gaddar yargıçlarından birisidir ve yukarıdan verilen emirlere göre yüzlerce insanın idâmına karar vermiştir.

Samed Ağaoğlu'nun anlattığına göre, bu kişi, ömrünün son demlerinde, yatalak vaziyettedir ve evin merdiven gıcırtılarından birisinin gelmekte olduğunu hissedince, 'Geliyorlar, geliyorlar..' diye korkuya kapılır ve idâm ettirdiği kimselerin çocuklarının kendisini öldürmeye geldiklerini zannedermiş..

*

Şimdi, 23-24 sene öncelerin en kontrolsüz ve frensiz tiplerinden ve zulümlerinin bayrağı olan laikliğin ve şahısperestliğin bin yıl devam edeceğinden dem vuran o zorba generallerden 14'ü içerdeler..

Merhûm Abdurrahim Karakoç bu gibileri anlattığı bir şiirinde, 'Küfürde kârı var, erken ölünce../ Yaşasın- sürünsün kendi yolunca../ İslâm dünyamıza hâkim olunca, / Görsün de kahrolsun, öldürme yâ Rab!' diyordu.

*

Bir de geçmesi olmayan bir günde verecekleri hesap var..

*