Mustafa SABRİ BEŞER
Mustafa SABRİ BEŞER
Tüm Yazıları

Çok güzel hareketler öyle değil şöyle olur…

"Bir kaşık suda fırtına koparmak" ve "kulağının üzerine yatmak". Bu iki deyimin de anlattıklarının en bariz şekilde yaşandığı ülkeyiz.

İnsanlar incir çekirdeğini doldurmayacak konularda ağzına geleni söylerken toplumu ifsat edici ve insan hayatını tehdit eden konularda üç maymunu oynuyorlar.

Bir haftadır Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne atanan Tamer Karadağlı konuşuluyor.

Kendine "sanatçı" sıfatını yakıştıran ne kadar insan varsa konu hakkında bir şeyler söylemek için adeta kuyruğa girdi.

Tamer Karadağlı'nın tiyatrocu olmadığını iddia edenden tutun da bu atamayı Tamer Karadağlı'nın yapmış olduğu siyasi duruşa dayandıranlara kadar herkes bir şeyler söylüyor.

Bütün bu gereksiz tartışmalar içerisinde ise, "Çok Güzel Hareketler Bunlar" tiyatro ekibinin yaptığı ve hiç de güzel olmayan taklit, mideleri bulandırmaya yetti.

Kardeşim, tenkit edeceğiz diye insan meslektaşıyla bu kadar da rezil şekilde alay eder mi?!

Mesleğinize de mi saygınız yok?

Siz sanatçı mısınız yoksa şaklaban mı?

İddia edildiği gibi Karadağlı tiyatro dünyasına uzak birisi değil. Bırakın uzak olmayı tiyatronun içinden gelmiş ve büyümüş birisi. Amaç üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olunca gerçeklerin üzeri öylesine örtülüyor ki, "bu kadar da olmaz" diyoruz.

Bu atamanın etrafında incir çekirdeğini doldurmayacak türden tartışmalar yaşanırken insanın tüylerini diken diken eden ve adeta insanlığından utandıran olaylar yaşanıyor ve kimse gıkını dahi çıkarmıyor!

İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi'nin kadrosunda yer alan bazı "doktorlar" tarafından hazırlanan "Cinsiyet Disforisi Olan Ergenlere Endokrinolojik Yaklaşım: Türkiye'de Üçüncü Basamak Bir Merkezde Pediatrik Endokrinoloji Bölümü Deneyimi" isimli makaleyle korkunç bir gerçek ortaya çıktı.

Üroloji doktoru Prof. Zeki Bayraktar Yeni Şafak Gazetesi aracılığıyla devlet yetkililerine, savcılara ve TBMM'ye, bu operasyonların TCK'ya göre suç olduğunu, yasalara aykırı olduğunu dile getirerek bunları göreve çağırdı.

Bayraktar bu çağrısını kanun maddeleriyle ilişkilendiriyor ve soruyor: "Trans operasyonları için hemen onay veren Batılı merkezler bile[örneğin Avustralya Kraliyet ve Yeni Zelanda Psikiyatristler Koleji]artık 'acele etmemeliyiz, elimizde yeterince kanıt yok' demeye başlamışken, bu meslektaşlarımızın bu acelesi nedir?"

Bayraktar'ın yazısının muhteviyatını okuduğunuzda adeta bir "çeteyle" karşı karşıya olduğunuzu düşünüyorsunuz.

Çetevari bu ekibin başındaki kişi ise "PKK propagandası yaparak Türk devletini aşağılama" ve "Türk devletini işkenceci ve etnik ayrımcı bir devlet olarak gösterme" iddialarıyla hakkında soruşturma açılan, LGBT organizasyon ve programlarında yer alan bir profesör!

Doktorlar insanların kendi sağlıklarını korumaları için önlem alırlar ve onlara önerilerde bulunurlar, hastalıklara teşhis koyarak tedavisine yardımcı olurlar.

Hasta insanları tedavi etmek ve sağlıklı yaşamalarına destek olmak için de bunun eğitimini alırlar.

Bir insanı yaşatmaya vesile olmak, bütün insanları yaşatmak gibi kıymetli ve değerli bir vazifenin sorumluluğunu üstlenirler.

Ancak mezkûr çalışmada yer alan doktorlar ve Yaratana kafa tutarcasına insanların fıtratını bozmaya yönelik cinsiyet değiştirme ameliyatlarını yapanlar, hormon tedavisini destekleyerek başlatan psikiyatristler, henüz reşit olmamış çocukların ömürlerine, geleceklerine göz dikmiş durumdalar.

Bu haber medyaya Tamer Karadağlı'nın ataması ile aynı zamanlarda düştü. Ama ne yazık ki haber olmak dışında çoğu kimsenin ilgisini çekmedi.

Tiyatro konusunda bir kaşık suda fırtına koparan "duyarlı" kesimler bu konuda bir kelime bile söyleme ihtiyacı duymayıp üç maymunu oynuyorlar.

Sorsanız haberleri yoktur, duymamışlardır, görmemişlerdir.

Peki, duysalar, görseler, bilseler bir şeyler söyleyecekler mi? Tabii ki hayır...

Nerede kaldı duyarlılık...

Nerede kaldı vicdan...

Nerede kaldı ahlak...

Toplumun fesadı, reşit olmayan çocukların denek yapılması umurlarında bile değil.

Kendileri de çok iyi biliyorlar ki yaptıkları aslında hiç de "çok güzel hareketler değil."

Biz de buradan duayen tiyatrocu Yılmaz Erdoğan'a bir çağrıda bulunalım: Çocuklarımızın canına kast eden bu doktorlara yönelik, evlatlarımızın geleceğine (sizin de evladınız var) yönelik, öğrencilerinize önce öğüt vermenizi sonra da ekibinizi severek izleyen ülkemiz insanı için öğüt almış öğrencilerinizle birlikte kısa bir oyun sergilemeniz çağrısında bulunuyoruz.

Ancak bu şekilde "çok güzel hareketler" yapmış olacaksınız!