‘‘Dokundurtmayacağız...'

Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'a çok dokunmuş olsa gerek; İHA'lar, SİHA'lar, Akıncı'lar, Kızılelma'lar... "Dokunacağız" derken, bütün hücreleriyle söylüyor bunu, el-kol, beden hareketleriyle birlikte okunduğunda, insan şaşırıyor, bunca hınç neden diye...

Yanlış anlaşılmaktan şikayet ediyor önce, biz rekabet ortamı açılsın dedik, yanlış yerlere çekildi ama kimse kusura bakmasın, Baykar'ın ürettiği teknoloji kutsal değildir, elbette dokunacağız diye ekliyor. Kendisini tutamadığı için aslında ne kadar teşekkür etsek azdır, toplum olarak. Zira böylece şunu anlıyoruz ki; hasbelkader iktidar olsalar, savunma sanayinde güçlenen ve dünya ligine çıkan Türkiye'yi, ertesi gün kapatacaklar... Babacan, suçüstü yakalandı!

Hiç vicdanları titremiyor. Hiçbir sıkıntı duymuyorlar. Baykar'ın yaptığı atılımlarla, Teknofestlerle, gözlerini göklere dikerek hayal kuran gençlerin, Şırnak'tan, Ağrı'dan, Kırşehir'den, Manisa'dan, bilim kulübü kurarak projeler üreten liselilerin o yüksek enerjisinden, hiç sıkılmıyorlar, hicap etmiyorlar, dokunacağız diyorlar...

Türkiye'nin savunma sanayiinde katettiği önemli mertebelerden Ali Babacan dışında rahatsız olanlar kimler diye baktığımızda... Feci sonuçlar çıkıyor oysa ortaya. Terör örgütü çok şikayetçi sözgelimi, savunma gücümüzün maksimal seviyeye çıkışından... ABD rahatsız, Yunanistan rahatsız... Türkiye jeopolitiği üzerinde yönetsel üst siyaset kurmak isteyen, tüm ekonomi-politik çevreler rahatsız...

Ali Babacan'ın, "dokunacağız" çıkışı, ne yazık ki siyaset macerasının başlangıcı için fiyasko denecek seviyede bir kara delik açtı. Bu millet, kendisine dokunanları, er ya da geç tarihin karanlığına göndermek konusunda mahirdir. Yine dokundurtmayacak, eminiz...

............................................................

Terörün dokunduğu evlatlarımız var bir de. Bir dokunma hikayesi de Diyarbakır'dan. Evlat nöbeti tutan annelerin sebatkâr hareketiyle, dağlardan kurtulup evlerine dönen çocuklar ve terörden kurtarılan hayatlar adına umut doluyuz... Ne var ki bu sefer acı haber Hacire Akar'dan geldi... Dağdan alıp, köyüne, evine indirdiği evladı vefat etmişti...

Oğlunun cenazesi dağdan değil, bu sefer hastaneden çıkartılırken, Kürtçe olarak ağlayıp, ağıt yakan bir anne olarak gördük Hacire Akar'ı... "Evi yıkılsın, kapısına mühürler vurulsun, kara haberleri gelsin, bende oğul bırakmadılar...' diyerek ağlayıp inleyen bir anneydi o artık...

Hacire Akar, 22 Ağustos 2019'da Diyarbakır'daki HDP İl Başkanlığı binasının önünde oturma eylemi başlatmıştı hatırlayacağınız üzere... "Oğlumu, PKK dağa kaçırdı'' diyordu. Kadıncağızı, önce oradan oraya itelemişler, ama bir türlü eyleminden vazgeçirememişlerdi HDP'liler. Ardından 24 Ağustos'ta oğlunu geri almayı başarınca, bu durum diğer kayıp çocuklarını arayan ailelere umutlu bir örnek olmuş ve 3 Eylül günü, Hacire Ana'yı örnek alan aileler, HDP önünde birikmeye başlamışlardı... Dünyada başka örneği daha olmayan bir sivil direniş eylemiydi annelerin sesi, tüm dünyada yankılanmıştı...

Evlat nöbeti tutan annelerin sembol ismi Hacire Ana, oğlunu dağdan kurtardıktan sonra, düğün dernek kurmuş Mehmet'i evlendirmişti, ardından Mehmet baba olmuştu. Ama dağın tortusu zihnini hep kemiriyordu, ruhunun aldığı şifasız yaralar bir türlü kapanmıyordu, Mehmet en sonunda psikolojik, derin bir sarmalın içinde can vermişti...

Terörün gençler üzerindeki ağır baskısı, sadece bedenlerle ödenen bir yok oluş süreci değil, terör ele geçirdiği veya kaçırdığı tüm gençlerin zihin dünyalarına da ağır zararlar veriyor, ruhlarını örseliyor, psikolojilerini yerle bir ediyor. Ne hazin bir hikâye...