Mustafa Sabri Beşer
Mustafa Sabri Beşer
Tüm Yazıları

Ebrehe biz miyiz, yoksa İsveç mi?

Yemen hükümdarı Ebrehe, Allah'ın evi Kabe'yi yıkmak üzere içinde fillerin de bulunduğu dev bir orduyla Mekke önlerine gelmiş ve kamp kurmuştu. Mekkeliler karşı koyamayacakları bu ordunun zulmünden kurtulmak için dağlara çıkmaya karar verdiler.

Mekke'nin yöneticisi ve müstakbel peygamberin dedesi Abdülmuttalib, bir heyetle birlikte Ebrehe'nin yanına gitti. Ebrehe, gururlu bir şekilde tahtında oturmakta ve gelen heyetin söyleyeceklerini merak etmekteydi. Acaba kendisini vazgeçirmek için ne tavizler vereceklerdi?

Ebrehe'nin karşısına geçen Abdülmuttalib talebini söyledi: "Askerlerinin el koyduğu develerimi geri istiyorum." Ebrehe hayal kırıklığı içindeydi. "Ben sizin en kutsal mekânınızı yerle bir etmek için geldim, sen ise develerinin derdindesin" dedi. Abdulmuttalib, kutsala karşı saldırı yapacak olanların kulaklarına küpe olacak şu meşhur sözünü söyledi: "Ben develerimin sahibiyim ve onlardan sorumluyum. Kabe'nin sahibi Allah'tır ve orayı elbette koruyacaktır."

Olayın devamını biliyorsunuz. Allah, evine karşı yapılan hürmetsizliği cezasız bırakmaz ve sayısız ordularından bir ordu olan Ebabilleri göndererek evini korur, Ebrehe ve ordusu çiğnenmiş ekinler gibi yerlere serilir. Kurân-ı Kerim'deki Fil Suresi bu olayı anlatır.

Bugünlerde de Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerim'e karşı büyük saygısızlıklar yapılmakta. Kur'an yakılmakta ve ayaklar altına alınmakta.

Abdülmuttalib'in bin beş yüz yıl öncesinde seslendirdiği gerçek hiç değişmemiştir. Allah, kendi dinini, kendi peygamberini ve kendi kitabını elbette koruyacaktır. "Müşrikler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır". Bunda şek ve şüphemiz yok.

İslam alimi Muhammed Hamîdullah anlatır: "17. asırdan beri Avrupalılar, kendi dinlerinin kitabındaki büyük farklılıkları görünce bundan rahatsız oldukları için bu psikoloji içinde Kur'an üzerinde çalışmaya başladılar. Hatta bazı müsteşrikler Kur'an nüshaları üzerinde de benzeri bir çalışmanın yapılmasını üniversitelerine teklif ettiler. Münih Üniversitesi bu teklifi kabul etti ve onun bünyesinde Kur'an Araştırmaları Enstitüsü kuruldu. Ben Fransa'da öğrenci iken 1934 yılında adı geçen Enstitünün müdürü Kur'an nüshalarının suretlerini almak için Paris'e gelmişti. Paris'teki Millî Kütüphane'de (Bibliotheque Nationale) Hicrî ikinci asırdan kalan en az iki Kur'an nüshası mevcuttur. Sonra İkinci Dünya Harbi başladı. Harp sırasında, bir Amerikan bombası Münih Üniversitesi'ndeki bu enstitüye isabet etti. Binanın içinde bulunan şahıslarla birlikte toplanan malzeme de mahvoldu."

Anlayacağımız üzere mukaddese yönelik hiçbir beşerî müdahale teşebbüsü arzusuna ulaşamamıştır/ulaşamayacaktır. Yeter ki Kurân-ı Kerim'e karşı onların yaptığı fiziki hakaretin benzerini biz yapmayalım.

Onu okumamak, içindekilerin tamamına inanmamak ve söylediklerini uygulamamak da onların hakaretine denk, hatta daha büyük bir hakaret değil midir?

Bunu düşünerek baktığımızda şu soruların cevaplarını verebiliyor muyuz?

Acaba biz Müslümanlar, Abdülmuttalib'in asırlar öncesinde ortaya koyduğu duruşa sahip miyiz?

Allah'a şek ve şüphe duymadan inanıyor ve inancımızın gereklerini yerine getiriyor muyuz?

İslam coğrafyası gerçekten Kur'ân'a sahip çıkıyor mu?

"Sahip çıkmaktan" kastımız elbette onun yazılı olduğu maddi kâğıtlar değil. Kur'an-ı Kerim'in anlattıklarını ve Rabbimizin bizden istediklerini yerine getiriyor muyuz?

Anlayarak ve kalbimize nakşederek onu okuyor muyuz?

Onun evrensel mesajlarını yaşıyor ve başkalarına örnek teşkil ediyor muyuz?

Müslümanlığımızın en büyük şiarı olan namaza karşı ne durumdayız?

Gündelik meşgalelerimizi bir kenara koyup bütün kalbimizle ve benliğimizle Rabbimizle buluşmaya zaman ayırıyor muyuz?

Elimizden, belimizden ve dilimizden herhangi bir kötülük oluşmayacağı konusunda toplum bizden emin midir?

İnsanlar bize mallarını emanet edebiliyor mu?

Alışverişlerimizi yalana, hileye başvurmadan yapıyor muyuz?

Dünya milletlerinin örnek alacağı, onlara rehberlik yapacak bir düzenimiz nizamımız, ilmimiz var mı?

Acaba bu ve benzeri sorulara gönül rahatlığı içinde "evet" cevabı verebiliyor muyuz?

Eğer verebilseydik bugün Mushaf yakılıp ayaklar altına alınır mıydı?

Elbette Allah'ın kitabına yapılan bu saygısızlığın hesabı sorulacak ama hesap sormaya önce kendimizden başlamalıyız.

Biz kendi hesabımızı gönül rahatlığı içinde verdikten sonra Allah da elbette görünür ve görünmez ordularıyla kitabına yapılan saygısızlığın hesabını soracaktır.

O ne buyuruyor?

"Siz ahdinizi yerine getirin ki ben de ahdimi yerine getireyim"