‘Ego'm yoktur, ama iddia sahibiyim!' deyince, böyle oluyormuş demek ki…

TV ekranlarında saatlerce süren tartışma programları oluyor.

Hepsini izlemeye vakit de olmuyor, bazılarını dinlemek ise, ayrıca sabır da istiyor.

*

Bir zamanlar adını başarılı bir yüksek bürokrat olarak duyduğum bir ismi, geçenlerde, bir programda gördüm. Hakkında hüsn-i zann besleyenlerin nicelerine, 'Haa, bu muymuş!..' dedirtmiş birisi vardı, ekranda.

Ve, konuşmasında, döviz kurları üzerindeki büyük oyunla ilgili olarak, hükûmeti ve başındaki ismi vizyonsuzlukla suçluyordu. Tıpkı, AK Parti'de 13-14 yıl kadar bakanlık yapan ve şimdi ise, eski liderini, 'Bir şey bilmiyor, bilmediğini de bilmiyor.' diye tezyife çalışan bir kişi gibi. Meğer, onun yardımcılarından imiş, şimdi. Yani, 'Bulmuş yerini.'

Bu kişi, döviz kurları, 'dolar' 18 lirayı bulunca Tayyib Bey'in müdahale edip, 12-13- lira civarına indirmesini bile diline dolamış, -illâ da bir kusur bulmalı ya.- 'Tayyib Bey iki gün önce müdahale etmeliydi, geç kaldı.' diyordu.

Daha sonra da, kendi 'yüksek ekonomik dehâ'sını ve çareyi gösterip; 'Kısaca... Devlet adamları devlet işleriyle meşgul olsunlar; tüccar ne yapacağını bilir!.' gibi bir cümle kuruyordu.. 1860'larda, Tanzimat döneminde, Avrupa âşıklığının sarhoş ettiği bazılarının, 'Adam Smith Hz.leri' diye andıkları ve, 'Laissez-faire, laissez-passer..' / Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.' şeklindeki 'liberalizm manifestosu'nu yeniden yükseltiyordu. 'Hoş geldin, Adam Smith'in hortlayan ruhu!.' dedirtecek cinsten.

Evet, 'hasta ekonomi'ye DEVA bulmak iddiasında olan 'yüksek bürokrat'ımız, bize çare olarak, 180 yıl öncelerinin vahşi kapitalizminin liberalizm rüzgârından esintiler üfürüyordu.

*

Geçelim...

*

Sonra bir başkası çıktı ekranlara, 1/ 2 Şubat gecesi...

O da, çok hüsn-i zann beslediğim isimlerden birisiydi. Onu da üzüntüyle izledim.

Tayyib Bey, 10 Ağustos 2014'de ilk kez, halkın rey ve iradesiyle Cumhurbaşkanı seçilince o zamanki Anayasa'nın gereği olarak parti başkanlığından da ayrılmak zorunda kalmış ve AK Parti'nin Genel Başkanlığı için ismi geçen en güçlü 5-6 kişiden en uzak ihtimal olarak görüleni tavsiye etmiş ve seçilmiş ve şahsen de sevinmiştim.

*

Ama, Almanya'da buluştuğumuz bir akademisyen arkadaş, ondan söz ederken, 'O kadar iyimser olma. Ben onu eskiden beri tanırım. O, kendi aklının üstünlüğünden o kadar emindir ki, iknâ edemeyeceği kimse olmadığına inanır. Ego'su / 'ene'si, o kadar yüksek birisi.' demişti.

*

22 ay sonra ise...

Parti içi meselelerden dolayı ciddî bir ihtilaf ortaya çıkınca. Tayyib Bey, 'Demek ki, bir güven bunalımı meydana gelmiş. Kongreye git.' demiş, ama o, kongreye cesaret edemeyip istifa etmişti. 23 Mayıs 2016 günü yapılan 'olağanüstü kongre'de yeni Genel Başkan belirlendikten sonra, 'vedâ değil, vefâ konuşması.' dediği; '... Mes'elemiz, derdimiz, dâvamız, bütün şahsî hallerin üzerindedir. (...) AK Parti'nin temsil ettiği aslî dâvamızın sonsuza kadar muzaffer olmasını niyaz ediyorum. (...) Koltuklara vedâ ederiz, ama, ahdimize, ilkelerimize asla vedâ etmeyiz, asla dönmeyiz, asla bırakmayız. Biliriz ki bu fânî dünyaya vedâ edeceğiz, geriye milletimize verdiğimiz sözler kalacak. (...) Bizim aramızdaki bağ iki cihan bağıdır. (...) Bundan sonra içinizde, aranızda hizmet etmeye devam edeceğim. Allah bizleri vefâ yolundan ayırmasın. (...) Bu aziz dâvaya ve Sayın Cumhurbaşkanımıza benim ağzımdan tek bir olumsuz kelime bile duymayacaksınız.' şeklinde özetlenebilecek güzel bir konuşma yapmıştı.

*

Aynı kişi, 'Ben, ülke zarar görmesin' diye başbakanlıktan ayrıldım. Bu kolay bir şey değildir' diyor; 'Kimse beni görevden alamazdı.' demeyi de ihmal etmeden.

'Ego sahibi değil, iddia sahibiyim. Hiç iddiasız olmadım, hep iddialı oldum.' diye de ekliyordu. Bu iddiacı kimliğiyle şimdi, '5-6 partiyi (KK Bey ve Akşener ve diğerlerini) bir araya getirmeye çalışıyor'muş. (-1920'lerdeki- 'Birinci Meclis'te her grup vardı, ülke böyle kurtarıldı.' diyor. (Birinci Meclis'in, hangi ihanetler için, ne zaman ve nasıl saf dışı edildiğini bilmiyormuş gibi.)

Ve, kendisi Birinci Meclis'i örnek gösterirken, 'Abdulhamîd sonrasında meydana gelen ve 600 yıllık devletin 10 yılda nasıl çökertildiğini hatırlatanları ise, 'metodik bir sapma' içinde olmak, 'kara propaganda yapmak' ve 'tarih istismarcılığı, inanç istismarcılığı.' ile suçluyor. 'Ne Erdoğan, Abdulhamîd'dir, ne de Osmanlı sonrasındaki durumdadır Türkiye.' diyor. Ve ekliyor: 'Sn. Erdoğan, Abdulhamîd'den beri var olan kurumları yok etti. (...) Padişahlar gitti, kurumlar kaldı. Ben kurumları yönettim. (...)' diyor.

*

'Bir araya toplamaya çalıştıkları' arasında, hiç bir üstünlük durumu söz konusu değilmiş; eşitler arası bir durum varmış. 'Bazı zorluklara çözüm buluruz. Zor süreci elimizde. Anlaşamadığımızda anlaştık deriz.' diyor...

'Millet İttifakı'nın marka değeri vardır!.' demeyi de ihmal etmiyor..

*

'Bugün, ülkede, laikler, muhafazakârlar, kürdler endişe içindeler'miş.

'Seçim bittiği akşam, geniş kitleler, 'Hepimiz kazandık!' diyecek'miş.

*

'Alice Harikalar Diyarında.' diye bir masal okurduk, çocukluğumuzda. Bugün de bu noktaya gelmişiz de, haberimiz yokmuş; 'sevgi pıtırcığı' haline gelen KK Bey ve 'iddiası yüzünden gözü hiç bir şeyi görmez hale gelen siyasetçimiz' sâyesinde.

'Tuu -tuu.' derdi, rahmetli ninem, 'Nazar değmesin.' diye.

*