Filistin'de de ‘asıl katil', ‘kukla İsrail' değil; ‘kuklacı başı'dır!

7 Ekim'de yapılanlar bir 'terör eylemi' değildi.. Çünkü, 75 yıldır bir açık hava zindanı olan ve zindanda ölümünü bekleyen 'esir'lerin oradan kurtulmak için, -ölümü göze alarak ve siyonist İsrail rejiminin, geçilemez-aşılamaz sanılan fevkalâde teknolojik ve hassas savunma duvarlarını yıkarak gerçekleştirdikleri bir kurtuluş hamlesi söz konusuydu.

Siyonist rejim o hışımla, tepki vermiştir.. Bu da anlaşılabilir..

Ancak anlaşılamayan, akla ziyan bir tepki ile, o kurtuluş eylemlerini gerçekleştirenler yerine; Gazze denilen o açık hava zindanındakilerin ve 2,5-3 milyonluk bir Müslüman halkın, savunmasız kadın-çocuk, yaşlı demeden bütün hepsinin başına dünyalarının yıkılması şeklinde karşılık verilmesi..

Türkiye veya halkı Müslüman bir başka ülke, bu barbarlığa askerî olarak karşı çıkacak olsa, karşısında siyonist çeteyi değil, Amerikan emperyalizmi başta olmak üzere bütün küfür dünyasını bulacaktı. Bunu gizlemiyordu da Amerikan Başkanı..

Bu, bazılarınca hâlâ anlaşılamıyor.. Gerçek şudur ki, Siyonist İsrail çetesi, orada bir kukla ve kuklacı olarak bulunmaktadır, ; asıl vurulacak olan o kukla ve kuklacı değil, 'kuklacı başı'dır. Bazıları, Amerikan başkanı Biden'ın, 'Burada İsrail diye bir devlet olmasaydı bile, biz Batı dünyası olarak burada böyle bir devleti yine kurardık..' demesini hâlâ da anlamazlıktan geliyorlar. Evet, asıl vurulacak olan, 'kuklacı başı'dır.

*

Hac mekânlarından bir sahne.. İstanbul Milletvekili ve Meclis İdare Âmiri Hasan Turan bey, dün Mekke'de, ihram'lı olarak yürürken, omzunda bir de Filistin bayrağındaki renkleri yansıtan bir kumaş parçası bulunduğu için, Suûd yetkilileri, 'Burası, ibadet yeri, siyâsî gösteri yeri değil.. Git Filistin'e orada gösteri yap..' diyerek, o Filistin bayrağını hatırlatan parçayı aldılar ve kendisini polis merkezinde 1 saat kadar tuttuktan sonra serbest bıraktılar.

1987 Haccı'nda Mekke'de yapılan, 'Amerika, Sovyet Rusya ve İsrail' aleyhinde, 150 bin kadar hacının katıldığı bir yürüyüşe baskın yapan Suûd güvenlik güçlerinin, çoğu İranlı olan 430 küsur hacıyı katledişlerini, yüzlercesini yaralayışlarını hatırladım.

Filistin Meselesi'nin hallinin niçin zor olduğunu, 'Hırsızın evin içinde olduğunu, dışardan kilit vurmanın çare olmayacağı'nı anlatan trajik bir durum..

*

Dün Madrid'de Tayyib Bey, İspanya Başbakanı Pedro Sanchez'le yaptığı basın toplantısında, bir İspanyol (evet, İspanyol) gazetecinin Türkiye'de Demirtaş ve Kavala isimli kişilerin mahkemelerde ağır cezalara çarptırılması konusunda bir sualine cevap verirken, o gazetecinin başını hışımlı şekilde sallaması üzerine, sözünü hiç saklamadı ve 'Ne başını sallayıp duruyorsun.. Ben burada dimdik duruyorum..' şeklinde karşılık verdi. Bu sahne, Tayyib Bey'in, 15 sene önce, 2009'da İsrail rejimi C.Başkanı Şimon Perez'e Davos'ta yaptığı meşhur 'One minute' çıkışının küçük bir tekrarı gibiydi.. Allah razı olsun.

*

Müslüman Mahallesinde 'salyangoz satmaya kalkışmak'

Bilindiği üzere, İstanbul'da Eyyûb Sultan Belediyesi, son seçimlerle beklenmeyen şekilde el değiştirdi ve materyalist - laik bir ideolojinin adayı olan kişi kazandı.

Ama, Eyyûb Sultan'ın yeni Belediye sorumluları, koltuklarına oturur-oturmaz, ilk iş olarak, Eyyûb Sultan ve çevresinin mütedeyyin insanlarına nanik yaparcasına, Feshane'de, bir marksist şair olarak bilinen mâlum bir isim için özel bir anma töreni yaptı.. O şair ki, gençliğinde, İstanbul'un fethinin Hicrî 857'de gerçekleşmiş olması hasebiyle, 'Sekiz Yüz Elli Yedi' başlığıyla yazdığı nefis şiirinde

(...) O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah'ın!

Belde-i Tayyibe'yi fetheden padişahın,

Hak yerine getirdi en büyük niyazını

Kıldı Ayasofya'da ikindi namazını! (...)'

gibi güzel mısraları dillendirmişken, ateist ve marksist iklimlerde hayat bulduğunu düşünerek, yazdığı 'otobiyografi' isimli şiirinde, 'Çoğunluğun gittiği kimi yerlere gitmedim 21'den beri; / Camiye, kiliseye, tapınağa, havraya.. ' diyen kişiyi, hem de, 'Yediden yetmişe ve herkesin gönlünü taht kuran büyük şair ..' diyerek anma törenleri tertiplediler.

Tertiplesinler de; halkın büyük ekseriyetinin çeyrek yüzyıldır gönül bağladığı başkaları da, ellerindeki belediyelerde kendi aziz değerlerini temsil etmiş simâlar hakkında, böyle bir tören yapmaya kalkışsalardı, ne derlerdi?

*

Ankara'dan bir kaç sahne..

Geçen hafta boyunca Ankara'da idim. Son 3 seneye yakın zamandır, dostlarla Ankara akşamlarında sohbet etmek imkânı bulamamıştım. Ankara'da bulunduğum ve boğucu sıcaklarla geçen günlerin akşamları, şiddetli yağmurlar, su baskınları ve sellerle birlikte geçti.

Bu arada belirtmeden geçmemeliyim ki, başkentin hele de merkezi sayılan semtlerde yaz mevsimin de getirdiği sıcaklık da bahane edilerek, kendi dünya görüşlerine uygun bir şekilde, kendilerini bir 'orta malı' olarak sergileyenlerin 'ahlâkî çürüme'si, İstanbul-Beyoğlu'ndan da beterdi. Bu durumu, mahallî seçimlerde Ankara ve İstanbul'da alınan sonuçların da cesaretlendirdiği şeklinde yorumlayanların bu kanaati üzerinde düşünülebilir mi, bilmiyorum.

*

Bu arada, Ankara'da yaşanan, ölüm ve yaralanmalara yol açan su baskınlarında, Belediye'yi eleştirmek için söylemiyorum; ama, tedbirsizliği, metro ve belediye otobüslerinde; 'N'olacak, seçilmek için konuşmamak şeklinde bir propaganda yöntemini sergileyen bir kimseden daha ne beklenir?' gibi kinayeli sözler duydum, sık sık..

Bundan ayrı olarak, Ankara Belediyesi'nin otobüslerinde, ne bir ekran var, ne gelinen noktayı açıklayan bir ses veya ışıklı bildirim düzeneği.. Otobüs duraklarının pek çoğunda da isim yok.. İnsanlar, ya alışkın olduklarından, ya da birbirlerine sorarak ve çevrenin görüntüsüne göre, el ve göz yordamıyla belirliyorlar inecekleri durağı.. Üstelik, şehrin en lüks kesimlerinden sayılan, Kızılay-Çankaya hattında bile, bu böyle..

*