Fransa'nın bitmeyen ‘'şirretliği'...

Başlıktaki ‘’şirretlik’’ vurgusunu ünlü düşünür Frantz Fanon’dan ödünç aldım. Fanon 1925 Martinik doğumludur, tıp eğitimini Fransa’da almıştır ve henüz asistan iken kaleme aldığı, ‘’Siyah Deri, Beyaz Maske’ adlı kitapla, ırkçılığın en ciddi eleştirilerini yapmaya başlayacaktır.

Fransa, başta ülkesindeki Müslümanlar olmak üzere tüm İslam alemine yönelik şirret tavrını, hayasızca, pervasızca tekrar edip duruyor. Hz.Peygamberimize yönelik tahkir karikatürleri yanı sıra, Türkiye düşmanlığıyla da gündemde. Macron’un İslam dininin değiştirilmesi gerektiğine dair ürettiği ahlaksız söylemin kökenine gitmek için Fransa’nın sömürgecilik tarihine da göz atmak gerekiyor.

Fransa, 1524'te başlattığı sömürgecilik faaliyetleriyle Afrika'da 26 ülkede hakimiyet kurdu. Afrika'nın yüzde 35'i demekti bu ve 300 yıl boyunca Fransa'nın kontrolünde tabiri caizse inim inim inledi bu toplumlar. Senegal, Fildişi Sahili ve Benin gibi ülkeler Fransa’nın köle ticaret merkezleriydi. Hem yeraltı zenginlikleri, hem köle olarak kullanılan insan gücü, Fransa’ya görece üstünlük sağlasa da bu kirli geçmiş, bugün sahtekarca bayraktarlığını yapmaya kalktığı tüm hak ve hürriyetler söylemini tam anlamıyla çürütüyor...

Fransa 1830 yılında Cezayir’i işgal etmişti.1962 yılında Cezayir bağımsızlığını kazanana kadar, 132 yıl boyunca feci katliamlar, akla gelmedik işkencelere tabi tutmuştu Cezayir halkını... Tarihe "8 Mayıs 1945 Setif ve Guelma" katliamı olarak geçen olaylardan, Cezayir'in bağımsızlığını kazandığı 1962'ye kadar geçen süreçte, 1 milyondan fazla Cezayir’li, Fransızlar tarafından feci şekilde katledildi.

Fransa, Cezayir’i işgal ettiği günden itibaren, bir ‘’Fransız Cezayir’i’’ oluşturmak saplantısına takılmıştı. Cezayir’i, aslında tüm Kuzey Afrika’yı da, Fransızlaştırmak için kültürel bir asimilasyona tabi tuttu. Bu eritiş, yok ediş, benzetiş safhalarında, bir sömürgen olarak Fransa’yı en çok rahatsız eden şey, dini kimlik ve yerli kültürdü. Cezayir halkının namus anlayışı ve özellikle kadınlarının tesettürü, Fransa’nın önündeki en büyük engellerdendi. Şayet Cezayir kadınını elde edersek, Cezayir’i dönüştürürüz diyorlardı... Bu yüzden şirretçe namusa saldırdılar. Şirretçe müslüman kadınlarına el uzattılar... Hayayı, haysiyeti, öz saygıyı yıkabilmek için müslüman kadınları ve aileleri hedef aldılar. Hunharca katliamlarının yanı sıra, tecavüzü yüzsüzce, ahlaksızca, hayvandan bile daha aşağılara düşerek, sistematikleştirdiler...

Son günlerde haber ajanslarından okuyorsunuz: Cezayir, 1830-1962 yılları arasındaki arşivlerini Fransa’dan geri istiyor... Yağmacı Fransa ise vermekte direniyor. Çünkü sıradan bir haber ajansı cümlesi gibi duran bu ifadenin altında, oysa ki bir kan denizi yatıyor.

Başta sözünü ettiğimiz düşünür Fanon’u, şirret Fransa’nın ırkçılık maskesini düşürmeye yönelten şeylerden birisi, koloni psikiyatristlerinin Afrikalılar için, sıkça vurguladığı ‘’beyinsiz’’lik vurgusudur. Afrikalılar veya Müslümanlar veya Türkler... Fransız olmayan herkesi bu şeklide yaftalayan Fransa’nın şirretliğinden bıktık. Bu yüzden verilen tepkiler, geçen yüzyılda da günümüzde de önemlidir. Nitekim Fanon, Cezayirlilerin verdiği bağımsızlık savaşını; “bir halkı beyinsizleştirme teşebbüsüne verilmiş en haysiyetli cevap’’ olarak görür.

Şimdi, Fransız modasını, Fransız parfümerisini, Fransız kolejlerini, Fransızcayı, takıntı haline getirmiş insanımızın, kendine dönme zamanıdır. Şirret ve zorba Fransa’ya hayranlık duyan kişilerin, bu iğrenç geçmişle yüzleşmesi gerekiyor...