‘Frenk gecesi' ile ‘Müslüman sabahý' arasýndan esintiler

Yahyâ Kemâl'in, 1918'ler Ýstanbul'unu, yani çökmekte olan 600 küsur yýllýk Osmanlý'nýn son baþkentinin son demlerini anlattýðý 'Ezansýz Semtler' yazýsýný okumayanlara, okumalarýný tavsiye ederim.

Sanki o noktaya nasýl gelindiðini net olarak gösteren bir röntgen filmi netliðindedir.

O yazýnýn sonuna doðru anlattýðý tablo müthiþtir. Þöyle ki, Yahyâ Kemâl, Büyükada'da oturmakta ve ertesi sabah, 'bayram' olduðunu bildiðinden, 'bayram namazý' için, Büyükada'nýn küçük mescidine gitmeye karar verir. Ama bir korkusu vardýr. Bunu, 'Frenk gecesi'nden Müslüman sabahýna kalkýlamayacaðý'nýn korkusu olarak anlatýr. Bu yüzden, sabaha kadar uyumaz ve sabah olunca abdestini alýr, Büyükada'nýn daracýk sokaklarýndan mescide doðru gider.

Mescide girdiðinde, sanki aralarýna bir yabancýnýn geldiði gibi bir his ile hemen herkesin nazarý bu gence çevrilir. Bir vaiz efendi de vaaz etmektedir. Yahyâ Kemâl gider, iki hammal'ýn arasýna oturur. Vaiz, 'Muhammed' adýný zikrettikçe, o iki hamalýn gözlerinden yaþlar boþanýr. Yahyâ Kemâl, onlarla beraber kendi gözlerinden de yaþlar boþandýðýný anlatýr ve 'O sabah, Büyükada'nýn o küçük mescidinde 'büyük bir ümmet olduklarýnýn idrak ve sevincini yeniden taddýðýný' yazar. Ve namazdan sonra bayramlaþma baþlar. Yaþlý paþalardan birisi, Yahyâ Kemâl'i, diye baðrýna basarcasýna tebrik eder ve 'Evlâdým, sizin gibi genç nesilden birisinin kendiliðinden bu bayram sabahý mescide gelmesinden dolayý ayrýca mesrûr oldum, berhudar olasýn.' der; diðer yaþlýlar da onu takib ve tebrik ederler.

Yahyâ Kemâl, kendi neslindeki bu za'fiyeti can alýcý bir noktadan yakalamýþtýr. Ve, 'Bizler her ne kadar 'anne millet'ten uzak düþsek de, sonunda döneceðimiz yeri biliyoruz. Ama, 'ezansýz semtler'de büyümüþ yeni nesiller, dönecekleri yeri de bilemeyecekler.' der.

*

Ki, Yahyâ Kemâl, 'anne millet' dediði 'büyük ümmet'ten ayrý düþmenin ve düþünmenin ýzdýrablarýný çok açýk olarak, hattâ bazan, ilginç itiraflar þeklinde dile getirmiþtir

Nitekim, 'Atik -Valde'den inen sokakta.' þiirinde, o semtteki fukara mahallelerinin ruhânî iftar vakti sessizliðinde, sokakta yapa-yalnýz ve oruçsuz kaldýðýný anlatýrken þöyle der:

Bir nurlu neþ'e kapladý kerpiçten evleri.

Yârab, nasýl ferahlý bu âlem, nasýl temiz!

Tenhâ sokakta kaldým, oruçsuz ve neþ'esiz.

Yurdun bu iftarýndan uzak kalmanýn gamý,

Hadsiz yaþattý ruhuma, bir gurbet akþamý.

Bir tek düþünce oldu tesellî bu derdime;

Az çok ferahladým ve dedim kendi kendime:

"Onlardan ayrýlýþ bana her an üzüntüdür;

Mâdem ki böyle duygularým kaldý, çok þükür."

*

Bu gibi mýsralara Yahyâ Kemâl'de çok rastlanýr. Evet, yaþayýþ tarzý itibariyle, Müslüman hayatýnýn nezîhliðinin ötesinde bir yerlerde olsa da, o, bizim dünyamýzdan ayrý kalmanýn acýlarýný böylesine mýsralarýyla dile getirmiþtir.

Bu düþünceleri dün sabah Bayram Namazý için Süleymaniye Câmii'ne giderken bir daha hatýrladým.

O muhteþem Süleymaniye ki, Yahyâ Kemâl, 100 yýl öncelerde de, -bugünkü bir genç nesiller gibi- Süleymaniye'yi 'hendeseden bir âbide'/ geometrik þekilden ibaret bir âbide- olarak düþündüðünü itiraf ile,

'(...) Bu sukûnette karýþtýkça karanlýkla ýþýk,

Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karýþýk;

Kimi gökten, kimi yerden üþüþüp her kapýya,

Giriyor, birbiri ardýnca, ilâhî yapýya.

Tanrý'nýn mâbedi her bir tarafýndan doluyor,

Bu saatlerde Süleymaniye tarih oluyor.

Ordu-milletlerin en çok döðüþen, en sarpý

Adamýþ sevdiði Allah'ýna bir böyle yapý.

En güzel mâbedi olsun diye en son dinin

Budur öz þekli, hayâl ettiði mimârînin.

Görebilsin diye sonsuzluðu her yerden iyi,

Seçmiþ Ýstanbul`un ufkunda bu kudsî tepeyi;

Taþýmýþ harcýný gaazileri, serdariyle,

Taþý yenmiþ nice bin iþçisi, mimârýyle.

Hür ve engin vatanýn hem gece, hem gündüzüne,

Uhrevî bir kapý açmýþ buradan, gökyüzüne,

Taa ki geçsin ezelî rahmete, ruh ordularý...

Bir neferdir bu zafer mâbedinin mimârý.

Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlýyorum;

Ben de bir vârisin olmakla bugün maðrurum;

Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;

Kubben altýnda bu cumhûra bakarken þimdi,

Senelerden beri rü`yada görüp özlediðim

Cedlerin maðfiret iklimine girmiþ gibiyim.

Dili bir, gönlü bir, imaný bir, insan yýðýný

Görüyor varlýðýnýn bir yere toplandýðýný;

Büyük Allah`ý anarken bir aðýzdan herkes

Nice bin dalgalý 'Tekbîr' oluyor, tek bir ses.(...)'

diyerek, yanlýþýný -en azýndan, duygu ve düþünce planýnda- düzeltmek noktasýna eriþmiþtir.

*

Üç buçuk asýr öncelerde 'Mustafa Itrî Efendi' tarafýndan bestelenip özellikle Hacc mekânlarýnda ve Kurban bayramlarýnda yükselen o mehâbetli 'Tekbîr'i dün sabah, 'bayram namazý' öncesinde ve sonrasýnda yeniden dinleyenler, inanç atmosferimizin içinde, ruh dünyalarýný gözyaþlarýyla yýkayan nicelerine de þahid oldu. Evet, din ve inanç, insanýn sadece aklýna, hitab etmez, kendisine baðlanan mü'mini kendi potasýnda duygu, heyecan ve gözyaþýyla da yoðurur.

*