Tabiatta mevsimler olduðu gibi sosyal bir varlýk olan insanýn hayatýnda da süreçler var. Ne tabiattaki mevsimlere ne de sosyal hayatýn akýþýnda ortaya çýkan süreçlere insanýn herhangi bir dahli söz konusudur. Ýnsan hem tabiatýn hem de sosyolojinin süreçlerinin nesnesidir. Esasen bu mevsimler ve süreçler arasýnda da saðlam bir iliþki var. Onlarý harekete geçiren veya sonlandýran ayný yasadýr çünkü. Ýnsanýn iyi veya kötü, mutlu veya bedbaht olmasý ise, iþleyen bu yasanýn ortaya çýkardýðý mevsimler ve süreçler karþýsýndaki tutumudur. Ceza ve mükafatý, tutumuna göre belirginleþir.
Savaþ mesela. Kur'an'ýn ifadesiyle ve tarihin tanýklýðýyla insan hayatýnýn vazgeçilmez süreçlerinden biridir. Kur'an'a göre, yeryüzüne fesadýn, bozgunculuðun egemen olmasýný engellemek gibi bir etkisi var savaþýn. Tarih ise, birey ve toplum olarak insan hayatýnýn savaþlardan sonra her bakýmdan ivme kazandýðýný, yaþanan yýkýma raðmen geliþtiðini, insanlýðý erdem ve medeniyet itibariyle bir üst aþamaya ulaþtýrdýðýný kanýtlamaktadýr.
Savaþ kaçýnýlmazdýr. Ýstesen de istemesen de gün gelir savaþmak zorunda kalýrsýn. Kur'an, "hoþunuza gitmediði halde, size savaþ farz kýlýndý", buyuruyor. Burada ibadî (fýkhî) bir farz oluþtan söz edilmiyor, varoluþsal bir zorunluluktan bahsediliyor. Savaþ, insanýn hoþuna gitmeyecek bir süreçtir. Ölüm, kan, sürgün, derbederlik, yoksulluk, esaret ve daha onlarca, yüzlerce bireysel ve toplumsal felakete yol açar. Zafer, fetih, ganimet, ülkeler, topraklar da kazandýrýr. Varoluþsal bir zorunluluk olan savaþýn ödülü, zafer, fetih, ganimet ve kazanýlan topraklar olmadýðý gibi, cezasý da ölmek, sürgün edilmek, esir düþmek deðildir. Bunlar, savaþ olgusu gibi varoluþsal kaçýnýlmazlýklardýr. Ödül ve ceza, savaþ esnasýnda ve sonucunda belirginleþen bu her iki sonuç karþýsýnda takýnýlan tavýrla ilgilidir. Zaferde de yenilgide de iyilikten, erdemden, adaletten, tevhitten, hakikatten, hak ve hukuktan yana isen, sen kazanmýþ, dünya ve ahiret ödülünü hak etmiþsin. Ama bu ilkelere uymamýþ, zafer elde ettin diye kibre kapýlmýþ, yenildin diye de isyan etmiþsen, hem dünya da hem ahirette kaybedenlerden olmuþsun demektir. Mesela Peygamberimizin (s.a.v) ve önde gelen sahabenin Bedir zaferi ile Uhud yenilgisi karþýsýndaki tavrý deðiþmemiþtir. Bedir zaferini Allah'a þükretmenin, Uhud yenilgisini de hayatlarýndaki yanlýþlarýn muhasebesini yapmanýn bir vesilesi olarak deðerlendirmiþlerdir.
Kendisine her türlü eziyeti yapan, kendisini ve arkadaþlarýný iþkencelerden geçiren, evlerini, yurtlarýný býrakýp baþka diyarlara hicret etmek zorunda býrakan, yine de peþlerini býrakmayýp, yeni ortaya çýkan dini hicret ettiði yurtta boðmak için kaç kere savaþlar çýkaran Mekke'yi fetheden Peygamberimiz (s.a.v), alnýný devesinin yularýna koyacak þekilde Allah'a secde ederek þehre girmiþtir. Bildiðimiz hiçbir muzaffer komutan gibi kibre kapýlmamýþ, þehri yaðmalamamýþ, kimseyi öldürmemiþ ve kimseyi esir almamýþtýr. Onun þanýný yücelten Mekke'yi fethetmesi deðil, fethederken takýndýðý bu kulluk ve erdemli tavrýdýr.
Þimdi Gazze'yi seyrediyoruz. Sekiz aydýr, gökten, ölüm ve yýkým yaðýyor üzerlerine. Yerde barýnacaklarý bir yer kalmamýþ. Sabah bir yere, akþam bir baþka yere sürülüyorlar. Bütün bunlara karþý akýllara durgunluk veren bir tevekkülle hareket ediyorlar. Ne bir isyan, ne bir sýzlanma, ne bir aðlama. Verdikleri þehitlerin acýsýný yüreklerinde hissediyorlar, ama dillerinden þükür ve hamd sözcüklerinden baþka bir þey dökülmüyor. Ýþte yurtlarýný, hayatlarýný, canlarýný, cananlarýný kaybetmelerine raðmen dünya ve ahiret mutluluðunu kazanmalarýný saðlayacak olan bu kulluk tavýrdýr.
Karþý tarafta ise, burunlarýnýn sürtmesinden duyulan derin bir endiþe ile elleri ayaklarý birbirine dolanmýþ. "Bu sefer galiba kaybediyoruz" korkusu yüzlerinden okunuyor. Gazze'yi baþtanbaþa yerle bir ettikleri halde, þöyle bir aðýz tadýyla ekranlara çýkýp zafer pozlarýný veremiyorlar.
Savaþ bir süreçtir; Gazzeliler bu sürecin doðru tarafýnda yer alan kazananlarý, Siyonistler ise yanlýþ tarafýnda yer alan kaybedenleridir.