‘Güce tapar materyalist dünyanın efsunkâr gücü kırılmaya mahkûm…

Düşman karşısında askerî yenilgiden de beter olan, bir sosyal bünyenin aşağılık duygusuna kapılması ve düşmanına benzemeyi ideal edinmesi ve onun hayat tarz ve değerlerini ideal olarak benimsemesidir; yani kısaca, uşak ruhluluk...

Bu aşağılık duygusu, Müslüman dünyada ilk olarak özellikle de okumuş, tahsili denilen kişi çevrelerimizde görülmüştür.

Doğrudur ki, Avrupa teknolojik açıdan, özellikle buhar gücünü keşfiyle, ilk trenin İngiltere'de, 275 sene öncelerde, hareket ettirilmesi karşısında çoğu Avrupa ülkeleri gibi bizim bünyemizde de, hayranlık duygusu uyandırmıştır.

Ama onunla yetinilmemiş ve bir de, 'Biz adam olmayız. Adamlar neler yapmışlar yahu...' duygusuna kapılıp, bir atalet girdabına yuvarlanmışızdır.

Evet, Sanayi Devrimi'nin kazanımlarıyla daha bir güçlendikleri için 'Düvel-i Muazzama/ Büyük Devletler' diye anılan Avrupa devletleri karşısında yarıştan geri kalmamak için, gençlerimizi tıpkı Japonlar gibi Avrupa'ya göndermek düşüncesi bizde de gelişmiş, amma, o gençlerin iç dünyaları tam-takır bırakıldığı, kısa zamanda görülmüştü. Bizden, varlıklı kesimlerin çocuklarının beyinleri şartlandırılmış, uyuşmuş ve Avrupai hayat tarzı özentileriyle dönerken; Japonlar ise o dönemin teknolojik maharetleriyle dönmüşlerdi, ülkelerine... Biz ise, son 100 yılımızı 'gardırop devrimleri'yle heder edecektik.

Ziya Paşa, o zamanki trajikomik durumu 150 yıl öncelerde mısralarında şöyle yansıtıyordu:

' İslâm imiş devlete pâ-bend-i terakkî (ilerlemekte ayak bağı),

Evvel yoğ idi, işbu rivayet yeni çıktı'

*

Evet, Avrupa görenler onların yaşayış tarzlarına da hayran olarak dönüyorlar ve onları özgür sanıyorlardı. Avrupa'nın teknolojik buluşlarıyla birlikte, o hayatın göz alıcı gelişmeleri de örnek alınmaya başlanmıştı.

O zamanlar, halk kesimleri arasında ise, bu 'aşağılık duyguları'na kapılmış olanlar, 'Garb'a meftun olmuşlar, Garb çarpılmışları' manasında 'Garbzede', ya da 'müstağrib' olarak anılıyorlardı.

Ve o nesillerin hele de zabit sınıfında olanlardan nice seçkin isimler, 'Balkanlarda ve Arap diyarlarında ne işimiz var?' diyerek cephelere gidiyorlar ve zor karşısında da, İslam vatanını canları pahasına savunmak yerine, kumandanlık ettikleri orduları bırakıp İstanbuıl'a dönüyorlar, orada yeni ikbâl kapıları arıyorlardı.

Birinci Dünya Savaşı'ndan bu hastalıklı ruh haline müptela olanların ruhen yenilgiyi taa baştan kabullenmiş olanların psikolojik dirençsizliklerinin etkisiyle de yenik çıkmıştık.

Savaşlarda yenmek kadar yenilmek de kaçınılmazdır. Ama, hatta esir alınıp zincire vurulmak bile, eğer, ruhlarda bir aşağılık duygusu oluşturmamış ve de tam tersine, 'izzet ve şerefle yaşanmayacaksa; şerefli bir ölümü tercih ederiz.' diyen o esaret altındaki HAMAS (İslami Mukavemet Hareketi) erleri bile; maddi güce tapan, materyalist değerlere dayalı güçlerin hesaplarını nasıl bozduklarını şu son 1,5 ay içinde göstermişlerdir.

*

Böyleyken, o dünyada özgürlüklerin nasıl kullanıldığını bile düşünmekten nasipsiz nice çevreler, TV programlarında, hâlâ da, 'Aman, bu savaşın acımasızlıklarına bakıp da, bundan yola çıkarak, 'Batı değerlerini sorgulamaya kalkışanlar'ın tuzağına düşülmemeli... Bizim Batı dünyasıyla bağımız günü birlik siyasİ bir tercih değil, Batı'nın değerler sistemine bağlılıktır ve 200 yılı aşan bir geçmişi vardır.' gibi görüşleri dile getirebilmekteler.

Onlar varsınlar öyle kof sözleri tekrarlayıp dursunlar; Müslüman dünyasında, yeni nesil Müslümanlar, dünlerdeki hatalardan ders çıkararak, içinde yaşadıkları çağın bütün ilmî ve teknolojik donanımlarına sahip olmanın şuuruyla kendi inançlarındaki dünyayı kurmanın idraki yolunda daha bir azimli ilerlemektedirler. Ve yolun daha başındayız...

*

'Kur'an yakmak' şeklindeki ilkel alçaklıkları 'ifade özgürlüğü' olarak gören dünyanın; uydu teknolojisindeki en etkili isim olan Elon Musk'ın, 'Yahudi karşıtı bir 'X' (twitter) gönderisini kabul etmesi' üzerine, 'ifade özgürlüğü' unutup, Musk'ı hedef tahtasına oturtması ve geri adım attırmasındaki 'diktatörlük özgürlüğü' düşündürücüdür.