Abdurrezzaq Gurnah, Tanzanya'da, halkının yüzde doksanı Müslüman olan ve 5 milyona yakın nüfuslu Zengibar/ Zanzibar ada-eyaletinden, -isminden anlaşıldığına göre- bir Müslüman yazar.. Geçen hafta, Nobel Edebiyat Ödülü verildi kendisine.. Genel olarak, bu ödülün verildiği yazarların, emperial dünyayı yücelten, onun değer kabul ettikleri karşısında eğilen -ve daha özelde ise, İslâm'ı ve Müslümanları küçümseyen ve hattâ düşman gösteren- kimselere verildiği gizli bir şey değil.. Bizdeki örneğini tekrara gerek var mı?
Abdurrezzaq Gurnah, Türkçeye de 'Cennet' ismiyle çevrilmiş olan eserinde, 'Beyaz İnsan'ın Kara Afrika'daki tahakkümleri'ni anlatırken, şöyle bir tablo çizer: '(...) Avrupalılar, askerlerini ve yetkililerini yerleştiriyorlar ve insanlara (yerli halk'a), 'Onları düşmanlarından kurtarmaya geldiklerini söylüyorlardı; ama, tek amaçları halkı köleleştirmekti.. (...) Avrupalıların vahşilik ve kabalıklarından gözleri korkan satıcılar onlardan şaşkınlıkla söz ediyorlardı. Hiçbir şey ödemeden, en iyi toprakları alıyorlar, bir -iki hileyle insanları kendileri için çalışmaya zorluyorlar, (...) her şeyi, ama, her şeyi yiyorlar; bir çekirge sürüsünün oburluğuyla hiçbir erdem gözetmeden her şeyi silip süpürüyorlar. Her şeye vergi koyuyorlar, ödemeyeni hapse atıyorlar ya da kırbaçlıyorlar; hattâ, asıyorlar.
İlk yaptıkları şey hapishane olur, sonra bir kilise, sonra da bir market açarlar(...)'
Abdurrezzaq'ı nereden hatırladım şimdi?
*
USA Başkanı Biden'ın Amerikan Kongresi'ne gönderdiği son mektubundan dolayı..
USA Başkanı Biden'ın, Temsilciler Meclisi Başkanı'na Suriye ile ilgili aldığı kararı mektup ile bildirirken, Türkiye için kullandığı ifadeler, NATO İttifakı içinde bir müttefike değil, bir rakibin de ötesinde bir düşmana yazılacak mahiyetteydi.
Çünkü Amerikan Başkanı, Suriye'de DEAŞ'a karşı mücadele ediyor ve amma, 'Türkiye'nin Suriye'de yürüttüğü askerî operasyonlar DEAŞ ile mücadeleye zarar veriyor'muş.. Bunun için, Suriye'deki 'âcil durum hali'ni uzatıyormuş..
Hatırlanacağı üzere, USA eski başkanı Trump, 14 Ekim 2019'da, 'Suriye'deki durumun, Amerika'nın güvenliği ve dış politikasına alışılmadık derecede tehdit oluşturduğu' gerekçesiyle, 'Ulusal âcil durum' ilân etmişti. Biden şimdi, bu 'âcil durum'un 14 Ekim 2021'den sonra da devam etmesine karar veriyor ve şöyle diyordu:
'Suriye'deki ve Suriye ile ilişkili durumlar, özellikle de Türkiye Hükümeti'nin kuzeydoğu Suriye'ye askerî saldırı düzenleme eylemleri, DEAŞ'ı yenme politikamıza zarar veriyor, sivilleri tehlikeye atıyor, bölgedeki barış, güvenlik ve istikrarı zedeleme tehdidi barındırıyor, ABD'nin ulusal güvenliği ve dış politikası için bir tehdit oluşturmayı sürdürüyor. (...) Bu yüzden, Suriye'deki durumla ilgili olarak (...) 'ulusal olağanüstü hal'in devam ettirilmesi gerektiğine karar verdim.'
*
Şöyle düşünelim.. Türkiye Başkanı Erdoğan, Meclis Başkanlığı'na yazdığı bir mektupta, 'New York Körfezi civarındaki bir takım karışıklıklar ve hukuk dışı eylemler, ülkemizin maslahat ve menfaatleri için tehdit oluşturduğundan, oradaki tehlikeyi bertaraf edinceye kadar, 'Âcil Durum Hali' ilân ediyorum.' demiş olsun..
O zaman, insana, 'Yahu, sen 15 bin km. öteden, Ortadoğu'dan gelip New York Körfezi'ndeki bazı tehlikeleri gerekçe göstererek, buraya müdahale etmekten nasıl sözediyorsun? Bu tehlikeye daha yakından biz muhatab iken, sana ne oluyor?' demezler mi?
Evet, aynen böyle..
Türkiye ki, 100 sene öncesine kadar, 400 sene boyunca bugün Suriye denilen devletle yekvücûd idi. Ve halklar olarak ise, biz aynı inanç potasında bütünleşmiş bir milletiz, ey Amerika!..
Ama, USA emperyalizmi bu zorbalık mantığıyla da yetinmiyor; bölgede, 100 yıl öncelerde çizilen emperial hesaplara göre çizilen sınırların bugüne yetmediğini ve bölgede -gerçekte, Amerika'nın Ortadoğu'daki şubesi durumunda olan- siyonist İsrail rejiminin geleceğini daha bir garanti altına alabilmek için, yeni devletlere ihtiyaç duyması hasebiyle, bölge devletleri ve halkları arasında yeni düşmanlıklar icad etmek istiyor. Dahası, Amerika açıkça, Türkiye'yi güney sınırlarından tehdit eden mâlûm terör örgütlerine, NATO müttefiklerine bile vermediği silahları veriyor.
Aslında mesele, sadece Suriye de değil..
Libya'da, Doğu Akdeniz'de, Ortadoğu'da, Kafkaslar'da, Balkanlar'da, Afganistan'da, Afrika ülkelerinde; kısaca, Amerikan emperyalizminin kendisinde za'fiyet hissettiği her coğrafyada, Türkiye'nin emperyalist dünyaların hesaplarına zarar verecek derecede güçlendiğinin korkusunu yaşıyor.
Halbuki, onun ve bütün emperial güç odaklarının bekledikleri; Müslüman dünyasında kendi kontrolleri dışına çıkma ihtimali olan hiçbir gücün yükselmemesi..
Müslüman dünyasında, Osmanlı bertaraf edildikten sonra, oluşturulan yığınla devletlerin başına oturtulan yönetici kadrolar, emperyalizmin bu hassasiyetini asla göz ardı etmiyordu. Türkiye şimdi o zincirleri zorluyor ve güçlenen, eğilmeyen, dik duran bir devlet ve o duruşun heyecanlandırdığı bütün bir Müslüman halklar arası uyanış ve dayanışma şuûru yükseliyor yeniden..
İşte bunu kabul etmek istemez emperial güçler..
Halbuki önlerinde eğilen, memur maaşlarını ödemek için bile emperial odaklardan yardım isteyen bir Türkiye, ne iyi idi.. (Unutmayalım ki, henüz 22 sene önce, Dünya Bankası'nın 1999-Marmara Depremi'ne yardım için verdiği 550 milyon dolar'ı bile memur maaşları olarak harcayan Ecevit Hükûmeti o utanç verici durumu özür dileyerek açıklamıştı, Dünya Bankası heyetine..)