Dün Savunma Bakanı Hulûsî Akar Bey'in Şırnak'ta halkla konuşurken ki sözlerini dinlerken, hâfızam beni 100 yıl öncelere götürdü. Çünkü, İslâm'ın bizim inanç sistemimizin, dünya görüşümüzün temel kıstaslarını ifade ederek sohbet ediyor ve, 'Biz kardeşiz, asırlarca aynı inanç ve duygularla birlikte yaşamış ve bu toprakları vatan edinmek yolunda birlikte şehid olmuşuz.. Bizim inanç ölçümüzde, bir kavmin diğerine üstünlüğünün olmadığı, üstünlüğün ancak ahlâk ve fazilet açısından olacağını öğretmiyor mu? 'Arab'ın Acem'e, Acem'in 'Arab'a üstünlüğü yoktur' demiyor mu?' diyordu, özet olarak..
100 yıllık bir sapmadan sonra, üstelik de o sapmayı baştâcı eden bir resmî ideolojinin en keskin tarafdar ve savunucularını yetiştirmiş olan bir güç odağında, en yüksek rütbelere gelmiş, en yüksek makamlara erişmiş ve bugün de Başkan Erdoğan tarafından, Savunma Bakanlığı uhdesine verilmiş olan bir şahıstan o sözleri duymak, Müslüman halkımıza 100 yıldır yaşatılan nice acılardan sonra bir doğrunun çok net olarak dile getirilmesi açısından, sürûr vericiydi.. Dinlemeyenlerin bulup Hulûsî Paşa'nın kendi sesinden dinlemesini, tavsiye ederim.
*
Hz. Peygamber (S)'in 'Vedâ Haccı Hutbesi'ndeki ve, 'Ey insanlar, hepiniz, Benî Âdem'siniz /(Âdem'in neslisiniz), Âdem ise topraktan halkedilmiştir.' meâlindeki cihanşumûl ölçü hepimizi maddî- cismanî açıdan eşitlemiyor mu? Kezâ, 'En üstününüz, en hayırlınız, Allah'ın emir ve yasaklarına en çok riayet edeniniz..' meâlindeki 'Hucûrât' Sûresi'nin 13. âyeti de bütün insanları temelde ırk, renk, kavim, soy,-sop, , dil, cins, doğulan veya yaşanan coğrafya açısından eşitleyen bir ölçü vermiyor mu bize?
Bize, 'Millet-i İbrâhîm' ve 'Millet-i İslâm' denilmemiş midir?
Hind Müslümanlarının büyük gönül eri Muhammed İqbâl, 100 yıl öncelerde, 'Allah sana bir isim verdi, Millet-i İslâm..' dedi; sen ise, ondan Türk, Kürd, Arab, Fars, Hind, Sind, Peştun ve saire diye, yüzlerce kavim ürettin.. Halbuki, biz, bu Tevhîd Gülistanı'nda çeşitli seslerle şakıyan bülbüller ve rengarek açan güller gibiyiz, bize renk ve koku ayırd etmek haramdır..' diyordu.
Anadolu'nun iç aydınlığı olan Yûnus da, 850 yıl öncelerde, 'Yaradılanı hoş (güzel) gördük, Yaratan'dan ötürü..' dememiş miydi?
*
Bir kaç yıl önce, Tayyib Bey -özet olarak aktarayım- şöyle diyordu: 'Ben çocukken dedeme sorardım, 'Dede, biz neyiz, Türk mü, Lâz mı, neyiz?'
Dedem bana derdi ki; 'Oğulcağızım, toprağa girdiğinde, sana 'Hangi kavimdensin?' diye sorulmayacak.. 'Rabbin kimdir, Kitab'ın nedir, kimin ümmetindensin?' diye sorulacak..
Evet, mesele bundan ibarettir.
*
Evet, bu mânâyı biz Müslümanlar, yüzlerce yıl diri tuttuk.. Osmanlı Devleti'ni de 6 yüz yıl boyunca ayakta tutan en güçlü tarafı bu idi, dağılmasını hazırlayan etkenlerden birisi de yine bu oldu..
Tefekkür hayatımızın da ilginç simâlarından birisi olan Mehmed Ali Aynî Bey, 'Türkçülük düşüncesiyle ilk 1910'larda (Arnavutluk'ta) İşkodra kaymakamı iken, tanıştım.. Evet, 1789-Fransız İhtilâli'nin ortaya çıkardığı nasyonalizm, kan ve dil birliğini esas alan kavmiyet / nasyonalité düşüncesi Müslüman kavimlerden, ilk olarak Arnavutlara bulaştı ve biz de onlardan Türkçülük öğrendik..' der..
Sonra, emperyalistler Osmanlı'nın her bir parçasını kavim, soy-sop, renk ve ırklarına göre birbirlerine düşman eylediler. Anadolu'da da asırlarca, 'Kelime-i Şahadet' etrafında birleşmiş olan çeşitli etnik unsurlardan Müslüman halkımız, 'Müslümanlar ancak kardeştirler..' fehvâsınca birlikte yaşamışken, 1923'lerde, o zamana kadar söylenmeyen ve tek bir kavmin üstünlüğü iddiasına dayalı bir resmî ideoloji tesis olundu ve emperyalistlerin emellerine uygun olarak geliştirilen -ve özü hâlâ da terkedilememiş olan- bu 'kavmiyetçi' anlayışın mâlûm mimarları, 1930'larda da, 'Bu ülkede filân kavimden olmayanların bir tek hakları vardır, filân kavme hizmet etmektir..' demek noktasına bile gelmişlerdi. Böylesine bir çarpık anlayışa karşı, tepkilerin sağlıklı olup olmadığının tartışmasını yapmanın bir mantığı yoktur.
Asırlarca asla söylenemeyecek bir kavmiyetçi sapkınlık olan bu anlayış, maalesef Müslüman halkımıza dayatıldı ve büyük acılara ve yerli-yersiz tepkilere yol açtı.. Bu açıdan, Hulûsî Paşa'nın dün Şırnak'ta söyledikleri, 100 yıllık 'resmî ideoloji'nin zımnen reddi mânâsına geldiği için, alkışı hak ediyor.
Unutmayalım ki, 'kavmiyetçi fitne ateşi' üzerine tartışmalar yükselirken, sürekli ana muhalefette kalan bir mâlûm partinin -üstelik, mülâyemetiyle bilinen liderlerinden birisi ise, 25 sene öncelerde, 'Bizim sistemimiz üniter devlet sistemidir ve kanla kurulmuştur; değiştirilmesi de ancak o yolla mümkün olabilir..' diyebilmişti.
Evet, 100 yıl öncelere kadar, asırlarca, bütün Müslümanları bir millet bilen anlayış, zaferden sonra emperyalizmin çengeline takılanlarca terk olundu ve asırlardır; Müslümanlık inancı potasında kaynaşmış olan halkımıza, bir takım şeytanî telkinlerle büyük acılar taddırıldı.
Ama, o resmî ideolojinin en büyük güç odağının tepe isimlerinden birisi olan Hulûsî Paşa bu gün bu sağlıklı idrak noktasında konuştuğuna göre, Müslüman halkımızın, kendisine ârız olan kavmiyetçilik ve ırkçılık çarpılmışlığından kurtulması yolunda bir hayırlı bir gelişmeye doğru yol açılmıştır.
Hatırlayalım ki, 100 yıl öncelerde, 'Türk-Kürd birlikte zafer kazandık' diyenler, bir askerî zafer elde edilince, o zafer bir etnik unsura aid ve diğerlerini yok sayıcı bir üstünlük şeklinde gösterilmişti. Bir çok sosyal meselelerimizin temeli olan o çarpık anlayış, inşaallah, zevâle doğru yol almaktadır.