Her şeyi ama her şeyi unuttu, abdest ve namaz dışında...

Orucun ilk günü bugün. Farklı bir Ramazan olacak. İftarlarımız tenha, teravihlerimiz çekirdek aile... Salgın bizi büsbütün içimize salacak galiba. Ramazan ayı tecrit ayı değildir, neşesi, muhabbeti, kalabalığı boldur normal şartlarda.

Ama aynı zamanda itikaf ayıdır.

Mecburi tecridimiz itikafa vesile olur inşallah. Ramazan mübarek olsun diyelim. İnşallah salgın illetinden kurtulur da çifte bayram yaparız.

Yaz orucu meşakkatli ama keyiflidir de. Kana kana su içirir insana. Nimetin şükrünü daha bir öğretir. Bir de çocukluğumu hayale getirir benim. Çocukluğuma gidince de nenem düşer aklıma.

Şimdi çocuklarımın sürdüğü yaşlarda olduğum günleri...

Ninemizle yaşardık; babamın anneannesiydi.

Var mı şimdi acaba babasının anneannesiyle çocukluğu aynı evde geçen biri.

Bir nine de yan dairemizde vardı; Karadereli babaanne derdik, o da babamın babasının yengesi...

Karadeniz’de akrabalık ilişkileri üzerinden dünyanın en zor mantık problemlerini üretebilirsiniz de bu saydıklarımı kim kimdir diye akılda tutmanıza gerek yok tabii.

Ortak noktaları benim hayatımın en çok özlediğim dönemlerinde bende bıraktığı tesirleri. Karadereli babaanne de hep bizimleydi. Çünkü ninem “Ora karanluktur, ruhum daraliyi” diyerek gitmezdi yan tarafa. O gelirdi bize. Bütün gün pencere önünde çorap örerlerdi. Hemen karşılarında bir cami ve kavak ağacıyla bir boy minaresi...

Ninemin bir başkaydı bende yeri. O hepimizi çok severdi ama evin büyük kızı olduğumdan en çok bende hatırası birikti.

Kenarında iyi bir şeyi varsa gizlice bize sokuştururdu, hadi yiyin şunu derdi. Okuldan geldik mi ellerimizi avcuna alır hohlayarak ısıtmaya çalışırdı.

“Buz kesmiş uşaklar, harlayın şu sobayı” diyerek anneme fırça atmayı da ihmal etmezdi.

Arkadaşlarımı da çok severdi, benim arkadaşım olmaları onları sevmesi için yeter sebepti.

Evde o varken vakit sanki daha bereketliydi. Ununu elemiş, eleğini asmış, dünyadan hevesi kalmamış... Biz hay huy içinde koştururken o sadece ahiret hazırlığında telaşa düşerdi.

Daha ezan okunmadan kalkıp abdestini alır, -saat tanımazdı ama nasıl oluyorduysa vücut saati ezan okunmadan bilirdi namaz vaktinin geldiğini- ezanı seccade başında dinler, bittiğinden emin olunca da başlardı yüksek sesle okumaya. Allah-u ekber, Allah-u ekber, estağfirullah, estağfirullah...

Namaza duruyorum bana seslenmeyin demekti bu.

Namaz randevularını iple çeker, sonra da huzurdan ayrılmak istemezdi.

Onun hayatında zamanı bölen yegane şeydi namaz.

Bu dini bütün kadın, Kuran okumayı bilmezdi fakat. “Bizim zamanımızda ne hoca vardı ne ezan. Hoş vardı da ben öğrenmedim” derdi rahmetli.

Kuran okumayı bilmezdi bilmesine ama her Ramazan hatim indirirdi. Nasıl mı? Kuran’ın Kerim’in her satırına bir İhlas suresi okuyarak...

Kuran’ı okumayı öğrenememişti ama oğlunu “hocalık yolunda” okutmuştu. İhlas’la hatim indirme aklını da erken yaşta kaybettiği imam oğlu vermişti ona. Yaptığı hatimleri mutlaka onun ruhuna da hediye ederdi.

Ninem evin bereketiydi sonra, bazen evden bize harçlık çıkmazdı. Ama ninemin çıkınından illa bir kaç kuruş damlardı. Kefenin cebi mi var der, kenara koyduğu üç kuruşu da bize verirdi.

Her Ramazan 30 gün teravihe giderdi mahalle camiine. Beyaz namaz örtüsü ve cızlavet lastiğiyle... Dünyanın en güzel ninesiydi, yüzü gözümün önünde...

Rahmet olsun ruhuna...

Bak, yine söylemedim adını. Ben de çok geç öğrendim zira. Bizim ninemizdi zaten, “Nene” derdik adına. Kimse de seslenmezdi adıyla...

“Horum” derlerdi ninemin lakabına. Bazen olurdu “Horum teyze”, bazen de “Horum hala”. Adı Şahsene’ydi oysa.

90’ını devirmişti, rahmetli olduğunda. Son iki sene her şeyi ama her şeyi unuttu; namaz ve abdest dışında.

Hayatının merkezine aldığı o iki şeyle gitti Rabbinin huzuruna.

Şu salgın günlerinde ninem düştü aklıma.

Hem de çok fena.

Ellerim avuçlarında, sual ediyor bana;

Dinun nedur?

İslam.

Kitabun?

Kuran’ı Kerim.

Kimun ummetisun?

Hazreti Muhammed Mustafa...