Hevesleri kursaklarında kaldı ama tehlike geçmiş değil!


Dün, küresel emperyalist güçlerin maşası bir örgütün kalkışmasının 7. yıldönümüydü. Hizmet maskesinin arkasında emperyalizme kölelik eden bu örgüt maalesef en büyük zararı İslam dinine vermiştir.

Seküler kesimin bu cemaat hakkındaki tavrı, emperyalizmin uşağı olduğu için değil, dine karşı tavrı sebebiyle olduğundan pek bir anlam ifade etmiyordu.

Çünkü onlar dini olan her şeye karşıydılar.

Seküler kesimin din karşıtlığı, yaptıkları bazı gerçekçi tespitleri de inandırıcı olmaktan çıkarıyordu. Hablemitoğlu'nun tespitleri bunlardan biridir.

Dindar camiada ise Necmeddin Erbakan ve Kadir Mısıroğlu dışında bu örgütün gerçek yüzünü görebilen ve anlayabilen ve çevresini uyaran pek kimseyi hatırlamıyorum.

Merhum Erbakan bu cemaatin yetiştirdiği herkesin siyonizme asker olacağını söylerdi. Cemaat lideri de Merhum Erbakan'ı hiç sevmezdi!

O yüzden bizim de ona karşı sevgimiz söz konusu değildi.

Ama eğitim alanında gösterdikleri başarıları da görmezden gelmek olmazdı. O cemaat ve lideriyle aramızda mesafe olmasına rağmen hakkı teslim bağlamında eğitim alanında Müslümanların liyakatini ispat ettiklerini söyler takdir de ederdim. Hatta yurt dışı ziyaretlerimizde okullarını ziyaret de ederdik.

Ama eğitim başarısının da bir tiyatro olduğunu gördüğümüzde Erbakan hocanın ne kadar haklı olduğunu bir kez daha anlıyorduk.

Kadir Mısıroğlu merhum da cemaate karşı çok daha sertti. Cemaat liderinin Müslüman olmadığını söylerdi. Kendisiyle bu husustu müzakere ederdik. Ben, 'tamam yaptıklarını tasvip etmeyelim ama kâfir demek kolay değil!' derdim o da bana, 'Korkma sen de kâfir de!' derdi!

Cemaat dini kisve arkasına saklanıyor ama Türkiye Müslümanlarının karşılaştığı sorunlarda hep karşı tarafta yer alıyordu.

Hatta dinler arası diyalog gibi konulara öncülük ederek emperyalistlerin ekmeğine yağ sürüyordu.

Bu diyalog çağrılarına ben 'din mensupları arasında diyalog olur ama dinler arası diyalog olmaz' diye makale bile yazdım. 'Dinler arası diyalog ve hoşgörü çalışmalarının kimi hedeflere yönelik bir tuzak olarak algılıyorum.' diyerek açıkça tavır koydum.(Yeni Şafak, 30 Aralık 2001)

Evet, bu cemaatle hiç anlaşamıyorduk ama 17-25 Aralık yargı polis darbe girişimine kadar emperyalizme doğrudan bağlı olduklarını bilmiyorduk ve darbe döneminin geçtiğine inanıyor, 15 Temmuz'da ki darbe girişimini doğrusu tahmin bile edemiyorduk.

Kimse bu kadarını beklemiyordu ki!

Lakin asıl sorun, dini kullanarak kendisine kutsallık atfeden, kendisini mehdi/mesih ilan eden şarlatana inanmaktan kaynaklanıyordu!

Mensuplarına Mehdiliğini/mesihliğini kabul ettirdikten sonra gerisi kolaydı. Ne söylese kutsal olacaktı! Ve bunu başarmıştı!

Bu gerçeğe ben 1994 yerel seçimlerinde bizzat şahit olmuştum. İstanbul'da Başkan Erdoğan'ın RP belediye başkanı adayı olduğu o seçimlerde arazideydik. Cemaat liderine çok yakın bir komşum vardı. Akademik kariyer yapıyordu.

Kendisiyle uzun uzun tartıştık ve sonunda dedi ki, "Aslında adaylara bakınca bizim Erdoğan'ı desteklememiz gerekiyor. Ama hoca efendi ANAP'a oy vereceksiniz dedi biz de öyle yapacağız!"

Söyleyecek söz kalmıyordu, cemaat liderine körü körüne teslimiyet söz konusuydu! Bu komşum şu anda profesör ve yurt dışında, hala aynı kafaya sahip! Aklını tatile çıkarmış!

Liderinin hata yapmayacağına iman etmiş!

15 Temmuz kalkışmasını yapan sapıklar da aynı inanca sahip olduğu için gözlerini kırpmadan masum halkın üzerine ateş açabilmişlerdir!

Çünkü liderleri öyle emretmiştir!

Bu inanç sapık bir inançtır, İslam inancıyla alakası yoktur!

Hasan Sabbah'ın fedaileri gibi öldürmekten çekinmeyen canilere dönüşmüş hainler güruhu, liderlerinin emriyle darbeye teşebbüs etmişlerdir.

Lider ise bu emri emperyalist güçlerden aldığı için o kalkışma, din maskesi altında ülkeyi emperyalizme peşkeş çekme senaryosu olmuştur.

Allah'tan karşılarında Başkan Erdoğan gibi güçlü bir lider vardı da sırtını millete dayayarak darbe girişimini püskürttü!

Püskürttü püskürtmesine ama hem içerde hem dışarda örgütün gizli/açık militanları fırsat kollayıp duruyorlar.

14-28 Mayıs seçimlerinde ellerini çok ovuşturdular ama Anadolu irfanı onlara bu fırsatı vermedi!

Adı FETÖ olarak tevsik edilen bu örgütle 7 senedir mücadele ediliyor.

7 yıl içinde bu bağlamda, 693 bin 162 işlem yapılmış, 67 bin 893 soruşturma açılmış, 122 bin 632 mahkûmiyet, 344 bin 848 takipsizlik, 77 bin beraat kararı verilmiştir. Halen 15 bin örgüt mensubu tutuklu ve mahkûm olarak cezaevindedir.

Ve bu örgütle mücadele aralıksız devam etmektedir. Çünkü devletin kılcal damarlarına yerleşmiş olan çok sayıda kripto örgüt mensubunun hâlâ görevinde olduğu tahmin edilmektedir!

Bu örgüt ile sadece yurt içinde değil yurt dışında da mücadele edilmekte/edilmiştir, 112 ülkeden 271 örgüt mensuplarının iadesi istenmiş, 126'sı iade edilmiştir.

Tabii ki işin en ilginç tarafı özellikle Batı ülkeleri bu terör örgütü mensuplarını koruyup kollamakta ve başta ABD olmak üzere bu örgüte kol kanat germektedir.

Türkiye, son NATO zirvesinde İsveç üzerinden bütün üyelere FETÖ gerçeğini anlatmış ve NATO belgelerine de bu örgütün ismi derç edilmiştir.

Sorunun katmerleştiği alan da burasıdır. Bize dost müttefik görünen ülkeler, bize savaş açmış terör örgütlerini bize karşı kullanmaktan çekinmiyorlar.

O yüzden bu örgüt mensuplarına ev sahipliği yapıp koruyan ülkeler kesinlikle bizim dostumuz değildir!

Yöneticilerimiz de bunun bilincinde oldukları için her platformda bu gerçeği yüzlerine karşı vurmaktan çekinmiyorlar!

Ama siyaset böyle bir şey, bin bir bahane ile korumaya devam ediyorlar!

Sevinilecek husus şu ki, Başkan Erdoğan yönetimi içerde ve dışarda bu örgüt dâhil terör örgütlerinin tamamıyla mücadele etmekte kararlılar!

Ülkemizin siyaseti adına üzücü olan ise bu terör örgütlerine ana muhalefet partisi dâhil kimi partilerin açıkça destek veriyor olmasıdır.

Darbe girişimini bile kontrollü darbe tiyatro diyerek sulandıran bir muhalefet var. Hatta kendi mensuplarının iddiasıyla FETÖ'ye teslim olmuş muhalefet partileri var.

FETÖ dâhil diğer terör örgütlerinin muhalefetin adayını desteklemeleri az şey anlatmıyor aslında!

Hevesleri kursaklarında kaldı ama tehlike geçmiş değil!

Cumhuriyet döneminde tarikatların cemaatlerin yasaklanmış olması onları merdiven altına itti ve kontrolsüz bir tarikat süreci ve din eğitimi başladı.

Kimi sapkınlıklar cemaat/tarikat maskesi arkasında milleti zehirlemeye başladı.

Seküler kesim bu kötü örnekleri göstererek bütün cemaat ve tarikatları aynı kefeye koyarak saldırdı.

Kötü örnek olarak, FETÖ denen küresel emperyalizmin maşası da seküler kesimin gökte arayıp yerde buldukları bir argümana dönüştü.

Bu örgütü göstererek tüm cemaat ve tarikatlar terör örgütüymüş gibi lanse edilmeye başlandı.

Oysa çözüm tüm tarikat ve cemanlara savaş açmak değil sapkın olanı sahih olandan ayırt etmek olmalıydı.

Çünkü İslam'ın güzel ahlakı tamamlama müessesesi tasavvuftur. Tarikatlar tasavvufun muhtelif sınıflarıdır ve tek hedefi güzel ahlaklı insan yetiştirmektir, darbe yapmak veya mensubunu zengin etmek değildir!

Cemaatler de belli görüşe mensup insanların oluşturduğu sivil toplum örgütleridir. İyileri de vardır kötüleri de.

Ama FETÖ'nün cemaat maskesiyle darbeye girişmesi seküler kesimde tüm cemaatleri töhmet altında bırakmıştır. Bu yüzden FETÖ en büyük zararı İslam'a vermiştir.

Devlete sızmış olan FETÖ ile bıkmadan usanmadan mücadele edilmeli ve sivil insanı öldürecek kadar yoldan çıkmış olan bu sapkın düşüncenin kökü kazınmalıdır.

Devlet emniyet ve yargı yoluyla bu mücadeleyi sürdürüyor, sürdürmelidir.

Ama eğitim sisteminde köklü bir yenilenme olmadığı takdirde FETÖ gibi sapkın cemaatler kendilerine yeni müritler bulabilirler.

Bunun önüne geçmek için yapılacak olan da ilkokuldan üniversiteye kadar, nesilleri bu tehlikeli akımlara karşı koruyacak eğitimin verilmesi yani sahih İslam'ın öğretilmesidir!

Bizim teklif ettiğimiz ders kitaplarına seküler kesim sürekli itiraz ettikleri için onların da itiraz edemeyeceği bir teklifi ben yıllardır hem yazıyorum hem de yeri geldikçe dile getiriyorum. Milletvekili iken meclis kürsüsünden de dile getirdim TV programlarında da zaman zaman hatırlatıyorum.

Cumhuriyetin ilk yıllarında sahih İslam'ı esas alan kitaplar yazdırıldı. Mustafa Kemal Paşanın talimatı ve meclis kararıyla 20. Yüzyılın en ilmi tefsir kitabı olan Hak Dini Kuran Dili kitabı yazdırıldı.

Bu değerli tefsirin yazarı Elmalılı Hamdi Yazır'dan ders almış olan Erzurumlu Hattat Mustafa Necatüddin hocadan da ben ders aldım. Merhum Hamdi Yazır bu kitapta yazılanları Atatürk'ün kontrol ettiğini söylemiş Necatüddin hocaya.

'Getirin bakalım hoca ne yazmış!' diyerek Atatürk'ün bu tefsiri yer yer okuduğunu nakletmişti.

Demem o ki, Atatürk döneminde yazılmış ve basılmış halen de piyasada bulunan bu kitap ilkokuldan üniversite sona kadar ders kitabı olsun.

Her sınıfın seviyesine göre bu kitaptan bölümler alınsın ve genç nesiller İslam'ın doğru şeklini öğrensin.

Öğrensin ki kimse, şeyhlik, mesihlik, mehdilik iddiasıyla ortaya çıkıp, masum insanları katletme fetvası veren, darbe peşinde olan sapıkların peşinden gitmesin!

Allah'tan şehitlerimize rahmet, gazilerimize sıhhat ve afiyet, siyasetçilerimize de feraset diliyorum!