Ýçimde buharlaþanlar ve buzullaþanlar...

Depremin sarsýntýsý hala devam ediyor içimizde. Elbette enkaz altýnda olanlar gibi deðil halimiz, arama kurtarma ekipleri içinde de deðiliz, kim bilir neler görüp, neler yaþýyorlar... Peki bizler ne kadar dýþýndayýz bu iþin, bu altüst oluþun, bu yer yarýlýp da yerin içine göçüþün ne kadar dýþýndayýz. Her gün sabahtan akþama kadar ekran baþýnda kah dualarla, kah sloganlarla, kah gözyaþý, kah kahýr, kah umutla iç içeyiz, yeniden yapýlýp, yeniden yýkýlýyoruz her bir saniyede...

Sosyal medya ise tam bir gayya kuyusu. Bu kadar nefreti nerede, ne zaman biriktirmiþler? Kimsenin birbirinden sevgi beklediði yok, ama birbirimizle muhalefeti, insani ölçüler içinde azami saygýyla yapmak zorunda deðil miyiz? Heyhat ne gezer? Ýçimiz dýþýmýz sanki bir olmuþçasýna, sýnýr kalkmýþ, ince konuþmalar, kibarlýk, insanilik uçmuþ, yerine sürekli lanet okuyan, saða sola tüküren, aðzýný açtýðýnda herkesten nefret ve hýnçla söz eden insanlarla çevriliymiþiz meðer... Deprem tüm bentleri kýrdý, maskeleri düþürdü, mesafeleri eritti, herkes birbirine patlýyor, þimþek çakar gibi. Mahalleler sert þekilde eski dikenli çitlerini, eskisinden daha da keskin þekilde, yukarý çektiler, sýnýrlar kalýnlaþtý... Halbuki yaþamým boyunca, kent hayatýna mahsus bir þehirleþmenin, ortalaþmanýn, vasatileþmenin, melezleþmenin, alýþmanýn, nezaketin diyemezsek bile tahammülün, seyrekleþmenin geleceðini tahmin ederek yazmýþtým yazýlarýmý...

Bu ortalarda buluþma umudumun buharlaþtýðýný acý çekerek görüyorum.

Gençlerin çok sevip takip ettiði bir sosyal medyacýnýn, ''Hatay'da'' aslýnda olmayan bir barajýn su sýzdýrdýðýný söylemesi üzerine, arama kurtarma ekiplerinin daðýlmasý hadisesi mesela... Ellerinden tutup tam çýkarmak üzere olduklarý kadýný, baraj patlayacak diye olduðu gibi býrakmalarý... Sonra haberin asýlsýz çýkýþý ve geri döndüklerindeyse ayný enkaz altýndaki kadýnýn kollarý açýk þekilde kurtarýlmak üzere beklerken can vermiþ olduðu... Biz buna nasýl dayanacaðýz? Biz bunu nasýl unutacaðýz? Yaþýmýz baþýmýz ilerlediði için her þeyi kolayca yazamýyoruz, dokuz kere imbikten geçirip bir keresinde yazýyoruz... Ama bu durum mesela, içimdeki tüm imbikleri kýrýyor, patlatýyor... Bunu niçin yaptýlar? Bunu niçin yapýtlar? Belki bin kere yankýlanýyor içimde. Baraj patlayacak diye, saða sola kaçýþan insanlar, yýkýlan çadýrlar, yollarý mahþer yerine çeviren o büyük galeyan... Niçin? Deðer miydi?

Ya buna itiraz edince yaþadýðýmýz büyük linç? Hakaret, küfür, tehdit... Tamam mahallelerimiz farklý, tamam ayrý dünya görüþlerine sahibiz... Ama düþman mýyýz biz? Yahu insan düþmanýna yapar mý bunu? Dipsiz bir uçurumu andýran o derin hýnç, o çarptýðým, tuz buz olduðum kara öfke, bana buzullaþmýþ kötülükle yüzleþmeyi zorunlu kýlýyor. Çünkü yaptýklarýna üzülmüyorlar bile. Ezbere bir suçlama, gürül gürül bir suçlama orkestrasý, benim, bizim, býrak kabul edilmemize, affedilmemize imkan ihtimal yok, çünkü bizim her þeyimiz batýyor onlara, halkýz biz, halktanýz. Onlar biliyor en iyisini, en doðrusunu... Biz bilmiyoruz. Nasýl karanlýk bir ezber bu. Ýyice buzullaþmýþ, taþlaþmýþ önyargýlar. Önü, arkasý, saðý, solu taþlaþmýþ nefretler.

Sonra gençlik günlerimden beri evimizde sevilen, dinlenen bir rock yýldýzý çýkýyor bir ofis odasýndan, devlet yokmuþ, halk sahipsizmiþ, o odadaki gençler yapýyormuþ tüm afet koordinasyonunu, onlar kurtarýyormuþ Türkiye'yi... Ayný anda, göçük altýndaki bir bebeði kurtarmaya çabalayan genç adam, su içmeye çýkýyor dýþarý, içeride çok moloz var derken baþýndaki bareti çýkartýnca, ayazlý gecede bir duman tütmeye baþlýyor. Genç adam farkýnda deðil, baþýnda baca gibi tüten bir duman. Ýþte emek, iþte sessizce süren iyilik çabasý, mertçe, kalenderce, yürek gerektiren bir iþi, gündelik hale getirmiþ gerçek emekçiler ise bu yanda... Gerçek bir düalite bu. Bir yanda ofislerinde devleti kötüleyerek, zavallý halký kendilerince aydýnlatmaya çalýþanlar, diðer yanda ise sessizce iþini yapanlar, hizmet edenler, alicenaplýkla ekmeðini bölüþenler...

Ne kötü bir yazý oldu bu of...

Halbuki ömrümüzü vermiþtik, 'aslýnda yok ikilik falan, toplumumuz birlik beraberlik toplumudur' cümlesine ve retorik falan da deðil, fikirdi bu bizim için. Bu depremle birlikte içimde yýkýlarak buharlaþanlardan birisi de bu oldu iþte, kabul edelim bunu; toplumsal barýþ talebi sadece bizden geliyor, onlarýn böyle bir derdi falan yok...

Depremde buharlaþan önyargýlarýmdan birisi belki de en güzeli TOKÝ ile ilgili... Toki'nin mimari tekrarlarýný, her þehri birbirine benzeten yapýlaþmasýný çok kez eleþtirmiþimdir. Deprem (hatta küçük kýyamet diyebiliriz) tecrübesinden yüz akýyla çýktýlar, alkýþlýyorum onlarý...

Depremde buharlaþan – kýsmen - bir diðer ön yargým ise, Haluk Levent ile ilgiliydi. Yapýlan baðýþlarý, dekontlarýyla saydamlaþtýrdýðý taktirde, toplumsal kabulü artacaktýr. Eski günlerde yaþadýðý bir takým hukuk dýþý iþler, hatta mahkumiyetleri yüzünden ona hep bir mesafeyle bakardým. Ama depremde Devlet ile birlikte çalýþtýðýný görmek, hepimize umut oldu. Hatta ''devlet yok, ahbap var' diye dezenformasyon çýkartan FETÖ'cüler bile, Levent'in FETÖ'yü suçlayan açýklamalarýyla çark ettiler. Onlarý böyle bozum ediyor oluþu bile güzel...

Depremi, sadece bir mühendislik meselesi olarak görmeyip, bir ahlak meselesi olarak da deðerlendirmemiz gerekiyor. Ahlaken bize neler söyledi bu deprem? Cevabýný ararken, içimdeki buharlaþanlarla buzullaþanlarýn sayýsý sanýrým artacaða benziyor...