Bir ‘sopalı saldırı’ya uğradığı için bugünlerde ismi etrafında çokça konuşulan Selçuk Özdağ’la tanışıklığım yoktur. 40 yıl öncelerinin acar ‘Ülkücü’lerindenmiş.. 12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi’nden sonra 7 yıl hapiste kalmış.. Merhûm Muhsin Yazıcıoğlu’nun, İslamî bir hassasiyetle, ırkçılığa biraz mesafe koyup Türkeş’ten ayrılmasından sonra, onunla birlikte hareket etmiş ve sonra da AK Parti’den 2 dönem m.vekili olmuş..
3-4 sene kadar önce Türkiye Yazarlar Birliği’nin İstanbul Şubesi’nde yaptığı bir konuşmayı dinlemiştim. Eski eğilimleri yine de ağırlıktaydı.
Parlamento dışında kalınca, birçok benzerlerinde görüldüğü üzere eleştiriler başlamış ve sonunda da, GP’ye geçmiş, Gn. Başk. Yard. olmuş.. Erdoğan aleyhinde, medyaya yansıyan bazı eleştirileri gözüme çarpıyordu..
15 Ocak günü, evinin önünde birkaç kişinin sopalı saldırısına uğramış.. Selçuk Bey bu usûle gençlik yıllarından beri yabancı olmayan birisi.. Açıklamalarına göre, Devlet Bahçeli’ye yönelik bazı beyan ve eleştirileri dolayısiyle yapılmış ve kısaca, bir ilk ihtar mahiyetinde sopalı saldırı..
İdeolojik ve siyasî görüş farklılıklarının tartışılmasında, yeniden, ‘sopalı, silahlı müzakere’ yöntemine dönülmez, inşaallah.
Selçuk Bey, böyle saldırılardan korkmadığını söylüyor.
Kendisini Tayyib Bey de aramış, ‘saldırının nasıl olduğunu sormuş, geçmiş olsun..’ demiş. Ama, bu yetmiyormuş gibi, Selçuk Bey’in, C. Başkanlığı makamının ayrıca bir açıklama yapmasını da istemesini, doğrusu anlamadım.
Sözün burasında, Selçuk Bey’e, 30 Aralık 2017 tarihli bir yazısını hatırlatmak istiyorum.
O yazısından özetle şöyle diyordu:
Zinuniler, Eftasiler, Amiriler, Dammariler, İfraniler, Kasımiler, Tayfuriler, Bekriler, Haruniler vs.
Şimdi bu isimler de nedir diyen soranlar olabilir. Burada dokuz isim saydım ama sayıları aslında yirmi beş civarında. Bunlar, Endülüs düşerken bölgedeki aşiret devletlerin adları..
Birbirlerine karşı zaman zaman Hristiyanlarla iş birliği yapacak kadar didişip boğuşan bu devletler, İspanya Kralı Ferdinand karşısında birlik olamadıkları için yıkılıp gitmişlerdir.
Dış politikada etkili olmanın yolu içeride birlik olmaktır. Devletler güçlerini sadece zenginliklerinden almazlar, birlik olmak da zengin olmak kadar önemlidir.
Bugün milli devlete karşı çıkanların da nihai hedefi Türkiye’yi kabileleştirmektir. Lazistan, Kürdistan, şu istan, bu istan söylemlerinin arkasında bu amaç vardır. Endülüs Emevileri tek devlet oldukları dönemde büyük bir medeniyetin öncüleri olmuşlardır. Ne zaman ki parçalanmışlar, yirmi beş prensliğe bölünmüşler, İspanya karşısında bir mukavemet hattı oluşturamamışlar, sökülüp atılmışlardır. (…)
Birliğini kaybeden her şeyini kaybeder. Yıkılıp giden medeniyetler hepimiz için derslerle doludur. (…)
Kudüs meselesi düşünülürken Endülüs’ün nasıl yıkılıp gittiğini bir defa daha hatırlamakta fayda var. (…) Arap devletleri İsrail ile değil, birbirleriyle yarışıyorlar. Tıpkı Endülüs’ün son zamanlarında olduğu gibi Arap dünyası aşiret devletleri şeklinde parçalanmış durumda. ABD ve İsrail’i cesaretlendiren de bu politik parçalanmışlıktır.
Bir gün İslam dünyası ortak politikalar geliştirebilir mi, geliştirebilir. Bunun yolu Lider bir ülkenin İslam dünyasını sarsması, birlik içinde hareket etmeye mecbur edecek askeri ve siyasi güce ulaşmasıdır. (…) İslamların onurunu korumak için Türkiye’mizin güçlü olması şarttır. Doğulusu, batılısı, kuzeylisi, güneylisi ile bunun için çalışmalıyız. Biz kaybettik İslam dünyası kaybetti, biz kazanırsak İslam dünyası da kazanır.’
Üç sene önce bu görüşleri dile getiren Selçuk Bey’e, ‘geçmiş olsun’ derken; sırf politik bir meşguliyet veya ‘Ben de varım..’ diyen bir ‘teşhir’ zaafı için değilse; ne değişti ki, kendisini ve de yıllarca m.vekilliği yaptığı bir hareketi küçültmeye çalışmak sonucundan başka bir netice vermeyecek olan bir çabanın içine girmiştir? Bunu, bu yazısındaki mantığı açısından düşünmesini tavsiye ederim.
AA’nın bülteninde dün yer alan bir habere göre, Yunanistan Başpiskoposu İeronimos, bir TV kanalında, katıldığı bir programda ‘İslâm’ın bir din olmadığını’ ve bir siyasî parti ve ‘Müslümanların da savaş yanlısı insanlar’ olduğunu söylemiş..
Elinde, Osmanlı’ya karşı 1820’lerde, 200 yıl öncelerdeki Yunan İsyanı’ndan kalma olduğunu söylediği bir silâhla kamera karşısına geçen İeronimos, ‘İslâm ve onun bağlıları, savaşçı ve yayılmacıdır. İslâm'ın özelliği bu..’ gibi laflar etmiş..
Piskopos Efendi, elinizde bulunan İncil’lere bakınız.. Meselâ, Matta İncili’nin 10’uncu bölümünde, Hz. İsâ’ya nisbet olunan 34. âyette, ‘Yeryüzünde barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Barış değil, kılıç getirmeye geldim..’ denilmiyor mu?
Piskopos Efendi, doğrudur ki, İslâm’da savaş da vardır, ama, savaş istisnaîdir ve aslolan, barıştır ve İslâm’da, ‘saldırıya karşı savunma’ vardır, saldırı olmadan savaş yoktur.
Ayrıca, Piskopos Efendi, esasen, savaşı olmayan bir hayat sistemi var mıdır ki? Ve, Hristiyan yunan askerleri Kilise’nizin öncülüğünde 1919-22 arasında, (hani, sonucu itibariyle, Küçük Asya Faciası dediğiniz) işgal yıllarında ellerinde gül ile mi gelmişlerdi, Batı Anadolu’ya?