İdlib, Hatay'ın hatta Çanakkale'nin garantisidir

Haçlı-Siyonist cephe, operasyonlarını eskiden vekalet yöntemiyle yürütürdü ama 21. yüzyılla birlikte maskelerini fırlatmış, bütün güçleriyle sahaya inmişlerdir. Bu küresel kapışmaların son arenası ise Suriye’dir. Suriye ile hiçbir ilgisi olmayan Amerika, Rusya, İran ve diğerleri; farklı bahanelerle buraya çöreklenirken, orada olup bitenlerden en fazla etkilenecek olan Türkiye’nin uzak durması için özel çaba sarf ediliyordu.

Çünkü onların Suriye’deki hedeflerine ulaşabilmeleri için Türkiye’nin orada olmaması ve oyunlarını bozmaması gerekiyordu. (Nitekim sonraki yıllarda Suriye’ye giren Türkiye, bu endişelerinde haklı olduklarını gösterdi.) Bu yüzden Amerika, Akdeniz’e kadar uzanan bir terör koridoru ile Türkiye’yi Anadolu’ya hapsetmeye çalıştı. Ne hazindir ki, bu tecrit çabalarına içeriden de büyük destek veriliyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, PKK ve DEAŞ saldırılarının; sınırımız dışındaki kaynağında kontrolü için ısrar ediyor fakat FETÖ’cü kriptoların olumsuz raporlarıyla sürekli engelleniyordu.

Ülkenin güvenliğini sağlamakla yükümlü olan bu “asker ve bürokratlar”, “Suriye bataklıktır, girersek çıkamayız” diyorlardı ki, aynı ifadeyi Kılıçdaroğlu’nun da dilinden düşürmemesi çok ilginçtir.

Ancak 15 Temmuz’dan sonra kritik noktalardaki FETÖ’cü enfeksiyonlar temizlenmiş, devlet mekanizmasının nispeten sağlıklı çalışır hale gelmesiyle; gecikmeli de olsa “terörü kaynağında kurutma” süreci başlatılabilmiştir. Ve CHP’nin başını çektiği “Suriye’de ne içimiz var” lobisinin, çok yönlü engelleme çabalarına rağmen kararlılıkla sürdürülen harekâtlar sayesinde, İsrail’in yazıp Amerika’nın uyguladığı “Büyük İsrail” senaryosu “çöp” oldu. Haçlı-Siyonist ittifak 15 Temmuz’da hedefine ulaşsaydı bugün, FETÖ kayyumu Kılıçdaroğlu yönetimindeki Türkiye, çoktan “Suriyeleşmiş” olacak ve “Büyük İsrail”in önündeki son engel de ortadan kalkacaktı!

Hâlâ tehlike tamamen geçmiş değil. Suriye’deki enfeksiyonlar adeta İdlib çıbanında toplanmış durumdadır. Türkiye’nin buradan tecrit edilmesi bertaraf ettiğimizi düşündüğümüz terör koridoru kuşatmasının; Akdeniz’e uzanmış olarak hortlaması demektir. Amerika’nın hâlâ hayalini kurduğu PKK koridoru ile Rusya’nın yürüttüğü İdlib operasyonunun birbiriyle ilgisi olmadığını zannetmek ahmaklıktır. Rusya’nın “Hatay Suriye’nin” çıkışını, “Kırım politikamıza karşı öne sürülen bir palavradan ibaret” zannedenler çok yanılıyor. İdlib’i sınır güvenliğimiz için tehdit olmaktan çıkaramadığımız taktirde, Hatay asla güvenli olamaz.

Bunları “uçuk” bulanlar için eminim, Moskova’da Türk ekibi ile görüşen Rusya’nın diğer taraftan da “Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devletine ne dersiniz” anketi yapması veya PYD’yi kullanma konusunda Amerika ve Rusya’nın yarış etmesi de önemli değildir.

Sonuç olarak İdlib’i kontrol edemeyen bir Türkiye için, “Çanakkale Zaferi” de İstiklâl Mücadelesi de anlamsız hale gelecektir.

İdlib’i kontrol etme ifademizi saptırarak, “Suriye rejimi kendi topraklarında güvenliği sağlıyor; bize ne” diyenler Esad’ın içimizdeki şer müttefikleridir. Emperyalist vampirler ve iktidar sarhoşu diktatör Esad; el birliğiyle Suriye’nin istikrarını yerle bir ederek terör tarlasına çevirmeselerdi bizim de “İdlib’in güvenliği”nden bahsetmemize gerek kalmazdı. Ayrıca Rusya güdümündeki Esad’ın sivil halkı katlederek veya Türkiye’ye sürerek nasıl bir “terör mücadelesi” yaptığını bizim Esadçılar nasıl izah ediyor acaba?

Neyse ki, Türkiye bu son kuşatma teşebbüsünü de, yerli malı ürünlerimiz ve kahraman askerimiz sayesinde bertaraf etmiştir. CHP’liler yanlış anlamasın; onların iktidar döneminde “yerli malı” ifadesiyle incir, üzüm, portakal kastediliyordu ama biz, yüzde 74’e ulaşan yerli üretim modern silahlardan bahsediyoruz.

BUNLAR KİMDEN YANA?

CHP’nin başından bu yana Suriye konusunda durduğu yer, Suriye üzerinden Türkiye’yi yakmaya çalışan düşman cephesinin yanıdır. Son marjinal çıkışlarının sebebi de, askerimizin moralini bozarak; tıpkı HDP gibi gizli müttefikleri olan Esad’a destek vermektir. Kılıçdaroğlu’nun, şehitlerimiz hakkındaki “acıklı” beyanları da takıyyeden ibarettir.

Netice olarak bir kere daha görüldü ki, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en büyük tehdit ne Siyonist hesaplar ne de emperyalist canavarlardır. Asıl tehlike, siyasette hiçbir varlık gösteremediği için Türkiye düşmanlarına payanda olan içimizdeki kifayetsiz muhterislerdir.