İlginç ve tuhaf ‘İtiraf'lar ve de yığınla sorular..

Sözün başında, önce, 8 yıldır İran Dışişl. Bakanı olan Cevâd Zarif'in itirafı etrafındaki gelişmelere kısaca değineyim:

Ona ve onun gibi önemli vazifelerde bulunanların, 'gelecektekilere aktarılmak üzere bilgi, görgü ve tecrübelerinizi, gizli kalacak şekilde emanet ediniz' diye, ses kayıtları alınıyor.

Ama, Zarif'in sözleri, devletin verdiği söze rağmen korunamamış: dışarıya sızdırıldı. İlginç ve hattâ tehlikeli görüş ve itiraflardı. Bunlara geçen hafta bu sütunda da değinildi.

Bu 'gizli resmî ses kaydı'nın korunamayıp, açığa çıkmasından sonra Zarif'in suçlanmasıyla, gelecekte kimse bir daha öyle bir 'emanet'te bulunamayacaktır herhalde..

Zarif'in sözleri üzerine İnkılab Rehberi Ali Khameneî'nin, Zarif'e, 'Sen Devlet'in kararlaştırdığı dış siyaseti icra etmekle vazifelisin..' demesi, doğru.. Ama, onu, 'Amerikan ağzıyla konuştuğu' mânâsında sözlerle suçlamasından sonra, Zarif, Süleymanî hakkındaki sözlerinden dolayı ailesinden özür dilemek zorunda kaldı. Söz dudaktan çıktı mı, yaydan fırlayan ok misali, geri döndürülemez. Nitekim, tartışmalar sürüyor ve Zarif'in C.Başkanlığı adaylığının kabulü, herhalde sürpriz olur. Ama, daha da önemli olan, İran siyasetinin seçkin isimlerinden Said Heccarian'ın sosyal medyadaki sorusu olsa gerek..

Diyor ki: 'Bütün bu tartışmalar içinde anlamadık.. Suriye'de biz mi Rusya'nın 'kara gücü' idik; ; yoksa, Rusya mı bizim 'hava gücü'müz idi?'

Evet, Zarif'in itiraflarından sonra, cevabı asıl verilmesi gereken okkalı soru, bu olsa gerek..

Gelelim, ikinci konumuza..

Ve, laiklerin 'akademik özgürlük' balonunu patlatan bir vefat..

Prof. Aydın Işık'ı tanımazdım..

İzmir- Kâtib Çelebi Üni. Felsefe Bölüm Başkanı, 50 yaşlarında bir akademisyenmiş..

Corona Salgını'na verilen kurbanlar kervanına geçen hafta katılıp, ebediyet âlemine doğru bir yolculuğuna çıkmış..

Benim kendisini tanımama, çıktığı ebediyet yolculuğunda 'rahmet-i ilâhî'nin kendisinin hemrâhı/ refiki, yoldaşı olmasını niyaz edişime, son yazdığı ilginç ve hattâ tuhaf 'itiraf' notu vesile oldu.

İ'tiraf, bilindiği üzere, gizli ve açıklığa kavuşturulmamış bir konuda kendi dahli, bilgisi, ilgisi olan kişinin gerçek olduğuna inandıklarını ikrar etmesi, açıklamasıdır.

13 Nisan, 18.31'de yazdığı bu notunda diyor ki, merhûm Aydın Işık:

'Birazdan yoğun bakıma yatacağım, entübe, çare olmuyor. İletişim imkânı sadece telefon için, olur inşaallah..

İtiraf ediyorum; Müslümanım, müslümanca yaşamaya gayret ettim, inşallah müslümanca canımı veririm.

İtiraf ediyorum: Müslümanım.

Hepinize selâmlar..'

Avucumuza konulan bir kor parçası gibi olan bu 'i'tiraf'ın nasıl anlamak gerektiğinde zorlanan herhalde sadece ben değilimdir. Bu merhûm, bu sözleriyle, akademik ve sosyal hayatta tutunabilmek için, kendisini gizlemek zorunda kaldığına itiraz mahiyetinde bir feryadla dile getirmiyor mu, gerçekte? Yoksa, çevresi onu başka dünyaların adamı olarak mı biliyordu? Kendisini, 'kendisi olarak' ortaya koyamamış olmasından dolayı, bizzat kendisine de son ânında bir itiraz değil mi bu 'itiraf?'

Kişinin, kendisinin kim ve ne olduğunu, dünyaya nasıl baktığını, ortaya koymaktan çeşitli sebeplerle kaçınması, kendi şahsiyetine ipotek koyması değil midir?

Merhûm Prof. Aydın Işık'la ilgili olarak, -herhalde felsefe alanında- bir 'lisans öğrencisi' olan Burhan Çolak isimli bir kalem sahibinin, bir int. sitesinde yayınlanan 'Modern Türk Akademisinin Ölümü' başlıklı yazısında da bu suallere cevap aranmış.. Yazı sahibi, '...varmak istediğim nokta, (...) kıymetli hocalarımın öznel/ kişisel yorumlarını yargılamak değil, makro bir kurum olarak 'Türk Akademisi' içerisinde cereyan eden ve değişik hallerde vuku' bulan psiko-sosyal tahakkümlerin, artık nihaî anlamda bir sona ulaştığını ortaya koymaya çalışmaktır' diyor ve şöyle devam ediyor:

'(...) Merhûm Prof. Dr. Aydın Işık hocamızın vefatından önce, (...) yayınladığı bu paylaşım, onun kişisel inançları ve eyleyiş pratiklerinde gizli bulunan saiklerin mahiyeti bağlamında, gerek özel gerekse kamusal yaşamda maruz kaldığı psiko-sosyal tahakkümü ve(...) adeta, "başına dert olan ve yalanla idare etmek zorunda kaldığı şahsî dinî inancını" (...) ciddî manada ortaya koyar niteliktedir. (...) hocamızın bir felsefe profesörü olarak gerçekleştirmiş olduğu bu paylaşım açıkça göstermektedir ki, bu tahakkümün ifade ediliş uğraşısı, boşunadır. Çünkü Modern Türk Akademisi, (...) Aydın Işık hocamızın "itirafı ile beraber" ölmüştür. (...) Batı'nın ölmüş bulunan Tanrı'sı ve ahlâkî normları, artık bizim coğrafyamızın kamusal ilişkilerine de sıçramış bulunmaktadır. (...)'

Evet, birkaç cümlesini aktardığım bu notlar da bir faciadan haber vermektedir.

Bu 'müslüman', durumunun ağırlaşmakta olduğunu anlayınca, bu notu yazmak gereğini duyduğuna göre, onun içinde geçmişte ne fırtınalar koptuğunu düşünmekten kendimi alamadım.

Ve o en hassas son andaki beyanlarını esas alarak, kendisine rahmetler niyaz ediyor ve sözü, 'Âl-i İmrân Sûresi'nin 193- 194'ncü âyetlerinde yer alan ve müminlerin ettiği /etmesi gereken dua meâlini tekrarlıyarak bağlıyorum:

"Rabbimiz! Biz, 'Rabb'inize inanın' diye çağıran bir davetçiyi işittik de imân ettik.

Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla , kötülüklerimizi ört, canımızı iyilerle beraber al..

Rabbimiz! Peygamberlerinle vâ'dettiklerini bize ver, Kıyâmet günü bizi rüsvâ etme.."