Hz. Peygamberimizin vefatýndan sonra onun öðretisini edinmek isteyenler zorlu ve nice çileli yollara göðüs gererek, ilim yolculuklarýna çýkmaya baþladýlar. Geleneksel terminolojimizde 'rýhle' adý verilen bu tür ilim yolculuklarý, hem dinen hem toplumsal olarak faziletli eylemlerden sayýlýrlar. 11.yy'a kadar Peygamberimizin hadislerini, anlatýlarýný öðrenme maksatlý olarak süren bu yolculuklar, daha sonra, maksadýný her türlü ilmi öðrenmeye has geniþletmiþti. Hatta o kadar ki büyük seyyah Ýbni Battuta, 1325-1353 yýllarý arasýnda gerçekleþtirdiði kýtalar arasý seyahatlerini 'rýhle' adý altýnda kitaplaþtýrmýþtý. Rýhlelerin, yani ilme yolculuklarýn sonraki dönemlerde mekaný kütüphaneler olmuþtu. Dünya çapýndaki büyük kütüphaneler, rýhlelerin rotasýndaki ilimler yurdu olarak ifade ediliyordu. Abbasi döneminde kurulan 'Beytül Hikme' (Hikmetler Evi) medresesi de o dönemin Doðu-Batý hasadýný buluþturan yeni bir merkezdi... Bunu Selçuklu ve Osmanlý medreseleri takip etti tarihi serüvende. Tüm dünyaya açýk, her milletten hocalarý ve öðrencileriyle, ilim yolculuðuna çýkanlarý davet eden, buluþturan, yetiþtiren merkezlerdi bu medreseler. Ardýndan geleneksel ve Þark'tan gelen her þeyin reddedildiði, kýsaca 'orient' adýyla ikincilleþtirildiði çaðlar geldi. Doðular, üst üste yaþanan aðýr maðlubiyetler, yoksulluklar, yoksunluklar girdabýnda kývranýrken, ilim peþinde koþmak eskisinden çok daha zor hale geldi. Þark, ilim merkezleri konusunda ciddi sarsýntýlar yaþýyordu. Doðu ile Batý gürültülü bir þekilde birbirinden koptuktan sonra, bu saðýr yabancýlýk duvarýný karþýlýklý olarak aþabilmek gayesi, ancak gönlüne ilim aþký düþenlere kaldý...
Mehmet Akif Ersoy'un yedinci ve son þiir kitabý olan 'Gölgeler'i, Goethe'nin þiirlerindeki gölgelerle eþ zamanlý olarak kýyaslayarak okuduðunda Mahmut Kýnýk, henüz lise yýllarýndaymýþ. 'Ýçimdeki ilim ateþi sönmek bilmiyordu, dünyanýn bütün dillerinden ilmi gönlüme akýtmak istiyordum, bu aþk ateþiyle kavruluyordum, Ýmam Hatip Lisesindeyken, Arapça ile birlikte Fransýzca, Ýngilizce ve Farsça da çalýþýyordum' diye anlatýyor. Güzel sözün sahibi olmak üzere çýktýðý ilim yolculuðunda, çok erken yaþlarda Doðu- Batý ümranýný kuþatmaya azmeden bir þuurla bakýyordu düþünce miraslarýna. Mahmut Kanýk, tek baþýna, sessiz bir Beytül Hikme gibi, Doðudan Batýdan, çevirileriyle, ilim kandillerini hepimiz için yakýyordu. Ben onun ilk çevirisini okuduðumda ki Güvercin Gerdanlýðý'ydý bu, henüz lisedeydim. Ardýndan Ömer Lekesiz beyfendinin modertaörlüðün yaptýðý okuma guruplarýmýzda uzun yýllar kendisinden istifade ettik. Ýbnü Rüþd'den, Ýbni Hazm'a, Ýbni Arabi'den, Rene Guenon'a, Frithjof Schoun'dan, Muhammed Ýkbal'e, kadar pek çok ilim yýldýzýný onun çevirileriyle tanýdýk. Yunus Emre ve Necip Fazýl Üstadý da Fransýzcaya aktaran onun nazik ve rakik kalemidir. Ýrfan dediðimiz büyük miras, hem Doðu'dan hem Batý'dan akarak, gönlümüzü, ruhumuzu, zihnimizi aydýnlatabilmeliydi ona göre... Geçtiðimiz Eylül ayýnda Hakkýn rahmetine kavuþtu. Tanýyan herkes gibi, ilmiyle amil, derviþane bir mütevaziliðin sahibi, çelebi mizaçlý bir arifti kendisi... Onda hiç bir þey eskimezdi, her gittiðinizde yeni sözler iþitirdiniz veya o kadar çok bilirdi ki, her seferinde farklý bir kitabýna el uzattýðýnýz bir sonsuzluk kütüphanesini andýrýrdý. Ýyi bir hoca, iyi bir dost, iyi bir eþ, iyi bir babaydý, Rabbimiz onu rahmetiyle kuþatsýn; mekaný cennet olsun. Bir keresinde Bursa'yý ziyaret ettiðimizde annem ve kýz kardeþimle bana, hiç üþenmeden Ulu Cami'nin minberini süsleyen güneþ sistemi rumuzunu, caminin içinde, her vakit insanýn içini yýkayan havuzunun hikmetini, duvardaki devasa vav'ýn altýnda dua edenlerin hallerini bir bir anlatmýþtý. 'Ulu camiler, þehirlerimizin merkezinde yer alýr, þehir mimarimiz ulu camilerin etrafýnda saçaklanýr, ama günümüzde büyük bir hafýza kaybý yaþýyoruz, kent de insan da merkezini yeniden keþfetmeli' demiþti. Aklý selim ve kalbi selim olduðu kadar zevk-i selim bir kimseydi. Allah ilim yolcularýna güç kuvvet versin, hidayetin nuru, kalemlerinde parýldasýn...